• https://www.facebook.com/%C3%87erkes-Haklari-Inisiyatifi-1720870914808523/
  • https://twitter.com/CerkesHaklari
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam98
Toplam Ziyaret985802
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.432432.5624
Euro34.631634.7704
Semerkew
Temirhan Tembot
tembot@ozgurcerkes.com
Diasporada Yitirilen bir Çerkes Köyü: Çizemuahable
29/07/2012

Kafkas – Rus savaşları esnasında anavatanı terk etmek zorunda kalan Çizemua olarak anılan bir Ubıh ailesi tarafından kurulan bu güzel köyün geçmişi ile ilgili internette gülünç ifadelere rastladım. 

Diyorlar ki; “Göl kenarı olması, Bağdat yolunun üzerinde bulunması, ikliminin ve mera alanlarının da hayvan beslemek için elverişli olması göçmenlerin bu bölgeye yerleşmelerini sağlamıştır. Kafkasya’dan göç edilmesinin sebebi ise o tarihlerde Osmanlı Devleti  ile Rusya arasındaki gerginlik olarak tahmin edilmektedir.  Köyün, ilk zamanlardaki adı Çizemuğ-hable’dir. Fakat köy nüfusu arttıkça herkesin anlayabileceği bir ada gereksinim duyulur. Bunun üzerine dönemin Adapazarı kaymakamı, köydeki pınarların çok oluşu, köyde dünyaya gelen ilk kız çocuğunun Şadiye adında oluşu ve Türklerce uğurlu bulunan 40 sayısını birleştirerek “Kırkpınar Şadiye” adını yaratmıştır. Cumhuriyet kurulduktan sonra ise Şadiye ismi kaldırılıp, köyün adı Kırkpınar olmuştur.”

Cehalet asimilasyon ile birleşince işte böyle trajikomik hikayeler yazılmaya başlanıyor.  Yerleşime elverişli denilen bu bölgenin sıtma yatağı bir bataklık olduğu çabuk unutulmuş.  Tırnaklarıyla kazıyarak, canlarını feda ederek insanların bu topraklara sarıldığı gözlerden kaçırılıp, gelenlerin geliş sebebi komik gerekçelere dayandırılmış.  Şimdi diyeceksiniz ki, “E be adam internette yazılmış birkaç satır yazıya mı takıldın bu kadar da üşenmeyip bunları döşendin bir hafta sonu tatilinde.”  Hayır, maalesef işin acı tarafı bu sadece internette cahil birisinin yazdıklarından ibaret değil.  Köyün kalan Ubıh sakinleri bile bu veya buna benzer saçma hikâyelerle anlatıyorlar köyün tarihini köyü gezmeye gelen turistlere.

Ubıhlar tarafından kurulan bu köye köyün sahipleri, 93 harbinden sonra batıya göçen Acaralı Gürcülere de kucak açmışlar.  Köyde yerleşecekleri bir yer vermişler ve köyün Gürcü mahallesi kurulmuş.  Buraya kadar hiçbir sıkıntı yok.  Gürcüler de bir Kafkasya halkı ve o dönemde benzer bir kaderi paylaştıkları için ilişkiler kurulan evliliklerle akrabalık derecesine kadar gelmiş. Sonra Cumhuriyet dönemiyle beraber Karadeniz kıyılarından gelen kendilerini Karadenizli Türklerden ayırt etmek için “Mohti” olarak tanımlayan yoğun bir Laz göçü ile karşı karşıya kalmış.  Kafkas halkları ile benzeş yaşam alışkanlıklarına sahip olan Lazlara da kucak açmış köyün Ubıh sahipleri. İşte yok oluş süreci bundan sonra inanılmaz bir süratle gelişmiş.  Her ailede 9 – 10 çocuk sahibi Lazlar köyün demografik dengesini değiştirmeye başlamışlar.  Dengenin değişmeye başladığını gören Acaralı Gürcüler düğünlerinde Çerkes halk dansları ve müziği ile eğlenecek kadar Çerkeslerle entegrasyona girmişken yön değiştirmiş ve Lazlara, “Aslında siz de büyük Gürcü milletinin bir parçasısınız” diyerek kendilerine kucak açan Çerkeslere burun kıvırmaya, dirsek göstermeye başlamışlar.  Aralarındaki sohbetlerde kendilerine kucak açan bu insanlardan bahsederken Çerkes yavrusu, Abaza yavrusu şeklinde ifadelerle küçümser tonlamalara meyletmeye başlamışlar.  Bir diğer yandan İnönü iktidarının bölgedeki Çerkeslere karşı yükselen antipatisi, köyün Çerkeslerinin ekonomik zayıflamasındaki bir başka önemli etken.  Köyde kendilerine bir gelecek kuramayan Çerkesler eğitim ve iş gerekçeleriyle köyü terk etmeye başlamışlar.  Köyün en eğitimli etnik grubu olmalarına rağmen, en zayıf ekonomik güç olmaya doğru hızla sürüklenmişler.  Tüm bu etkenler bir araya gelince köyün sahipleri köyün sığınmacıları durumuna düşürülmüş.  Çizemuahable olmuş Şadiye, sonra da olmuş Kırkpınar. 

TEM otoyolunun Sapanca gölünün kıyısından geçişi ile köy İstanbul ve Adapazarı’nın sonradan görme sosyetesinin ilgi alanına girmiş.  Köyün arazileri birbiri ardına müteahhitlere peşkeş çekilmeye başlanmış.  Köyün Çerkesleri ellerinde kalan birkaç araziyi de bu şekilde harcayarak, neredeyse köy ile kalan son bağlarını da satmışlar yabancılara.  Köyün pınarları üzerinde pınar sayısından fazla şişeleme şirketi peydah olmuş.  Artık pınarların suyu köye ulaşmıyor.  Artık musluklardan akan su, içine gölün kirletilmiş suyu karışan artezyen suyu.  Köy parsellenip, metre metre kapışılırken bile kader gülmemiş onlara… Bir dönem belde belediyesi statüsüne sahip olan köyde belediye yönetimi kendilerini Türklerin Oğuz boyundan gelen Laz – Gürcüler olarak tariflendiren bir mafyavari nüfuz grubunun eline geçtiği için en fazla imar onların arazilerine verilmiş.  Çerkeslerin arazilerinin büyük bir bölümü neredeyse sıfır imar ile yok pahasına çarçur edilmiş.  Hatta işin boyutu o kadar ileri gitmiş ki, Çerkesten sıfır imar ile yok pahasına kapattıkları araziler için sonradan kapalı kapılar ardında imar izinleri çıkartmış bu nüfuz grupları.  Son belediye düzenlemelerinde belde statüsü de kaldırılan köy bir mahalle olarak Sapanca’ya bağlanmış.  Şimdilerde Sapanca’nın Karadeniz Türkleri, Manav ve Mohti Lazlardan oluşan menfaat grupları da köydeki rant merkezlerine iştahlanmışlar.  Pastadan pay almak isteyen çoğalmış.  Bugün köyde köyün geçmişini hatırlatacak en ufak bir ibareye rastlamak mümkün değil.  Çok araştırmacı değilseniz köyün Çerkes geçmişi ile ilgili bir koku almanız bile neredeyse mümkün değil.  Acı olan tarafı köyün Çerkes geçmişi ile ilgili bir konu açıldığında köydeki erki ele geçirmiş olanların alaycı bakışları, Çerkes ahalinin ise size bir meczupmuşsunuz edasıyla, ”ne anlatıyorsun sen” tarzındaki soruları.  Köy artık hafta sonları ve tatil dönemlerinde Anadolu’nun dört bir tarafından akın eden tatilciler ve bu tatilcileri söğüşlemek üzere köşe başlarına yerleşmiş yeni sahiplerinden oluşuyor.  Arada kalmış kendini bilen tek tük Çerkes yerlisi ise biraz mahçup, biraz pişmanlık içeren bakışlarla yok oluşu izliyorlar.

Ben bu yazıyı Gürcü, Laz ve Çerkesler arasında tansiyonu yükseltmek için yazmadım.  Gürcülerin ve Lazların kendi etnik kimliklerini muhafaza etmeleri ve var oluş çabalarına karşı da hiçbir muhalif düşüncem olamaz.  Zira, beynimin henüz iğne – çuvaldız denklemini yapabilecek kadar örümcek ağı bağlamadığını düşünüyorum.  Aslında köyün tarihi ve kurucularına karşı saygısızlıkları, bu tarihi yok saymak için olan çabaları haricinde bu güncel durum için köyün Gürcü ve Laz nüfusuna karşı bir kırgınlığım da söz konusu değil.  Ben esas kendi halkımı anlayamıyorum.  93 harbi ile gelen Gürcüler, Cumhuriyet dönemi ile gelen Lazlar ve bugün Anadolu’nun dört yanından köyün değerini anlayıp, bir karış olsun buradan toprak edinmek için uğraşan yabancılara bakınca dedelerimizin kurduğu ve ellerinde tutmak için nice canlar feda ettiği bu köye karşı bu kadar kayıtsız kalan biz Çerkeslerin bizlere atalarımızdan kalan miraslara olan saygımız noktasında ciddi endişeler hissetmeye başlıyorum.  Bu köyün yanı başındaki Yanık köy, Ketence, Uzuntarla, Adliye, Kayalar ve benzeri konumdaki köylerdeki hemşerilerimizin çabalarını görünce bir parça umutlansam da sistematik şekilde işleyen asimilasyon çarkı, ekonomik rant ve menfaat ilişkileri, politik iklim ve halkımızın ulusal sorunlarımıza giderek artan orandaki kayıtsızlığı bu coğrafyada dolaşırken içimde derin bir karamsarlık çöktürüyor.

Dahası, bu topraklarda can vermiş ve mezar taşlarına baktığınızda geçmişlerini apaçık anlayabildiğiniz ecdadımızın kemiklerinin sızladığını anlamak canımı bir misli daha fazla acıtıyor.  Bu gidiş böylesi bir yitiş şeklinde değil de anavatana saygın bir dönüş şeklinde olabilseydi eminim onların kemikleri sızlamayacak, ecdatlarının daha ilk günden bir gün terk etmek üzere geldikleri bu toprakları anavatan uğruna terk ettiklerini hissetmek onların ruhunu rahatlatacaktı.  Ama maalesef bu yitişler öylesi bir gidiş değil.  Bu yitişler olsa olsa diaspora topraklarında yok oluşla tariflendirilebilecek bir yitiş şeklidir. 

Sahip olduğumuz değerlere sahip çıkalım. 

Yarın çok geç olacak…



7476 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

Yazarın diğer yazıları

Asgari Müştereklerle Azami Kazanımları Sağlayabilmek - 06/06/2012
İçinde Kafkasyalı kalmamış bir Kafkasya isteyenlerin ısrarla Kafkasyalıları tek bir potada “siz” olarak nitelemesine inat, “biz” kendimizi bu güçlere karşı daha da zayıf duruma düşürecek şekilde etnik nüanslarımızı derinleştirme peşindeyiz.
adigebze I-II
Nükte!

KISSADAN HİSSE

-Moğollar Buhara’yı kuşattıklarında, uzun süre şehri teslim alamadılar. Cengiz Han Buhara halkına bir haber gönderdi: Silahlarını bırakıp bize teslim olanlar güven içinde olacaklar, ama bize direnenlere asla eman vermeyeceğiz.

-Müslümanlar İki gurup oldu: Bir gurup; asla teslim olmayalım, ölürsek şehit, kalırsak Gazi olur, Şeref’imizle yaşarız dediler. Öbür gurup ise; kan dökülmesine sebep olmayalım, sulh iyidir, hem silah, hem de sayı olarak onlardan azız, gücümüz onlara yetmez, dediler ve teslim oldular.

-Cengiz Han, silah bırakanlara; teslim olmayanlara karşı bize yardımcı olun, galib geldiğimizde şehrin yönetimini size bırakalım dedi. Böylece İki müslüman gurup savaşmaya başladılar. Moğollar’ın da yardımı ile, teslim olanlar galib geldi. Savaştan sonra Cengiz Han teslim olanların silahlarının alınmasını ve kafalarının kesilmesini emretti. Sonra meşhur sözünü söyledi: “Eğer güvenilir olsalardı, bizim için kardeşleri ile savaşmazlardı. Kardeşlerine bunu yapanlar, yarın da bize yapar.”

 

Site İçi Arama

 

Google Site

 

Üyelik Girişi