• https://www.facebook.com/%C3%87erkes-Haklari-Inisiyatifi-1720870914808523/
  • https://twitter.com/CerkesHaklari
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi2
Bugün Toplam165
Toplam Ziyaret986164
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.486832.6170
Euro34.601234.7398
Semerkew

Memur-Sen Başkanı Ahmet Gündoğdu, Türkiye’de yaşayanların ne 61 ve 82 gibi, iç müdahalelerle oluşmuş darbe anayasası ne de Irak ve Afganistan anayasalarında olduğu gibi, dış müdahale eseri işgal anayasaları istemediğini belirtti.

Memur-Sen tarafından düzenlenen 'Uluslararası Anayasa Kongresi' başladı. TOBB Söğütözü İkiz Kuleler toplantı salonunda başlayan kongrenin açılış konuşmasını yapan Memur-Sen Başkanı Ahmet Gündoğdu, ileri demokrasi yolundan asla geri adım atmayacaklarını, bu konuda sendikalar ve sivil toplum kuruluşları olarak ellerini değil bütün vücutlarını taşın altına koymaya hazır olduklarını söyledi.

Türkiye'nin en büyük sivil toplum örgütü Memur-Sen Başkanı Gündoğdu, 12 Eylül 2010 referandumuyla milletin onayına sunulan Anayasa değişikliklerinin, milletin yüzde 58'inin onayıyla kabul edildiğini;,. milletin, kendi gücü ve iradesiyle oluşturduğu bu fırsatı 'Yeni Anayasa yapmak' suretiyle bizzat somuta ve sonuca dönüştüreceğini söyledi. Gündoğdu, milletin, bu iradesini görmezlikten gelenleri de, 'egemenliğin sahibi' sıfatıyla 'görevi ihmal' ya da 'görevi kötüye kullanma' suçuyla vicdani açıdan yargılamaktan, gerekirse siyaseten cezalandırmaktan kaçınmayacağını ifade etti. Gündoğdu, "Milletimiz, doğrudan siyaset aktörlerine yönelik bu tavrıyla bütün siyasi partilerin, 12 Haziran'da gerçekleştirilen milletvekili genel seçimlerine yönelik seçim vaatleri arasında ilk sırayı yeni anayasa sürecini başlatmak ya da yeni anayasa çalışmalarına katkı sunmak vaadine yer vermesine kapı araladı. Böylece, yeni anayasaya giden koridorun kapısı, bir daha kapatılamayacak şekilde bizzat millet tarafından açıldı" şeklinde konuştu.

Bu süreçte en büyük eksikliğin milletin yeni anayasaya dair taleplerine ve beklentilerine dair bilimsel verilerle desteklenmiş bir çalışmanın olmayışı olduğunu ve Memur-Sen olarak, bu eksikliği giderecek bir çalışma yapmaya karar verdiklerini hatırlatan Gündoğdu, "'Sahadan Yeni Anayasaya (Algı, Beklenti ve Talepler) Araştırması' başlıklı kapsamlı çalışmamızı başlattık. Araştırmamızı, 81 ilde 49 bin 740 kişiyle gerçekleştirilen anketten oluşan nicel ve farklı siyasi eğilimlere sahip 61 kanaat önderiyle yüz yüze yapılan derinleme görüşmelerden oluşan nitel bölüm olmak üzere iki aşamalı olarak gerçekleştirdik. Milletimizin ne istediğini, neleri istemediğini, yeni anayasa sürecini 'bizzat yönetme' iradesini bilmelerini ve bu bilgiler ışığında sürecin paydaşı olmalarını arzuladık. Sahadan Yeni Anayasa Araştırması ile milletin beklentilerinin bilinmesine aracılık ettik. Uluslararası Anayasa Kongresi ile de, bir yandan bilim ve düşünce insanlarının görüşlerini ifade etmesine, diğer yandan da milletin taleplerini anayasal normlara dönüştürecek TBMM'de grubu bulunan partilere 'tek seçeneğiniz uzlaşma' mesajı ile ilettik. Kongrenin sonunda, yeni Anayasa yapma iradesini tekemmül ettirecek bir yol haritası elde edeceğimize inanıyorum" dedi.

90 yıllık bir Meclisimiz ve idrakine tam olarak varamadığımız 89 yıllık Cumhuriyetimiz var. 87 yıldır da "Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir" ilkesi de 1921 Anayasasıyla birlikte yani 90 yıl önce Anayasalarımıza girdiğini kaydeden Gündoğdu, "Bütün bunları yok saymak için kaleme alınmış darbe ürünü Anayasalar yapmakta mahir, anayasacılık geleneğimiz de bir tarafta duruyor. Bu gelenek, neredeyse bir asırdır hükmünü sürdüren derin anayasadan besleniyor. Derin anayasa, kendisini geleneği sürdürmekle görevli ve yetkili gören derin devletle birlikte onun kurumlarını ve emir erlerini de oluşturdu. Milletin emrinde olmayı değil, milleti emri altına almayı düşünen bu yapı, dönem dönem işbirlikçilerini değiştirse de amacını hiç bir zaman değiştirmedi. Amaç, bir asır önce ele geçirdikleri ve sus payı verircesine zaman zaman kısıtlı şekilde milletle paylaştıkları egemenliğin yeniden milletin eline geçmesine engel olmaktı. Ne yazık ki, uzun bir zaman dilimini kapsayan bir süreçte başarılı da oldular. Açık oy ve gizli tasnif yoluyla milletin iradesine ipotek koydular. Milletin inancına el uzatıp ezanı Türkçe okutturdular. "İnanabilirsiniz ama inandığınızı yaşayamazsınız" türünden kurallar üretme mevzisi haline getirdikleri laikliği, dindar insanlara karşı sopa olarak kullanmaktan haz aldılar. Milletin oylarıyla göreve gelen Başbakanı ve iki bakanını, her tarafından kin ve husumet dökülen düzmece bir mahkemenin kararıyla kurulan darağacında asmaktan çekinmediler. İşbirlikçilerinin çabalarıyla oluşturdukları kaosları gerekçe gösterip, on yılda bir milleti tokatlamayı görev bildiler. 11 Eylül'e kadar yapmadıkları görevlerini 12 Eylül'den sonra bihakkın yerine getirmek kurnazlığıyla, "darbeden başka seçenek yoktu" deme aymazlığına düşen bir kitle oluşturdular. Darbe ordusunun mensubu olmayı onur sayan akademisyenlere, "ordu göreve" pankartı açtırdılar. Cübbelerinin altına vesayet üniforması giydirdikleri yargıçların görev yaptığı yüksek yargı organları eliyle, üstünlerin hukukunu "hukukun üstünlüğü" olarak yutturmaya çalıştılar. Yüzde doksan dokuzu Müslüman olan ülkenin insanlarına, 15 yaşından önce Kuran öğrenmeyi yasakladılar. Madımak'ta Otel yaktırıp, Başbağlar'da katliam yaptırıp aynı dine mensup insanlar arasına, mezhep ve etnik farklılığa dayalı nifak tohumları ektiler. Bir yandan, "bu ülkede yaşayan herkes Türk'tür" dayatması yaparken, diğer yandan "Siz Kürt'sünüz hakkınızı arayın" propagandasıyla PKK terör örgütünü kurdurdular. Kürtçülük esaslı terörü PKK üzerinden, Türkçülük esaslı terörü ETÖ üzerinden yönettiler. Görünüşte birbirine düşman olması gereken bu iki örgütün işbirliğiyle, milleti hizaya getirme süreçleri oluşturdular. Bu ülkenin genç kızlarını "başörtülüsünüz" diyerek üniversitelere almadılar. "Başörtüsü varsa memuriyet yok" diyerek başörtülü kadın memurların emeklerini ve ekmeklerini çaldılar. İşbirlikçilerinin milletin parasını çalmalarına fırsat veren düzeni bitiren 54. Hükümetin Başbakanı merhum Erbakan'ı, "irtica" iftirasıyla hükümetten uzaklaştırarak 28 Şubat sürecine start verdiler. "28 Şubat bin yıl sürecek" sloganıyla; mütedeyyin, muhafazakar ve dindar insanlara "insan onuruyla" bağdaşmayan baskılar uyguladılar. Siyaset kurumunu hizaya getirmek için MGK'yı, bilim adamlarını mesleklerinden etmek için YÖK'ü, üstünlerin hukukuna direnen yargı mensuplarının cübbelerini çıkartmak için HSYK'yı, derin devletin askeri olmayı reddedenleri üniformalarından uzaklaştırmak için YAŞ'ı devreye soktular. Bir 27 Nisan gecesi kaleme aldıkları vesayetçi mesajla, Anayasa Mahkemesine "367 garabeti"ni ürettirdiler. "Meclise girerseniz" yollu tehditleriyle, bazı milletvekillerinin Cumhurbaşkanlığı seçimine katılmasını engellediler. Aslında bütün bu eylemleriyle ve oyunlarıyla bir anlamda "bir taşla iki kuş vurmak" istediler. Hem, "egemenliğin kendisinde olmamasını önemsemeyen bir millet", hem de "kendi ülkesinin içindeki sorunlarla boğuşmaktan ufuk çizgisini sınırlarının dışına taşıyamayan bir devlet" hedeflediler" diye konuştu.

Gündoğdu, bundan sonra, "Ne mutlu ki" diye başlamayı gerektiren birçok gelişmenin ardı ardına yaşandığı yeni bir süreç başladığını ve önce, o tarihte Başbakan Yardımcısı bugün Meclis Başkanı olan Cemil Çiçek tarafından seslendirilen hükümet tavrıyla, 27 Nisan bildirisi hükümsüz hale getirildiğini belirterek, "Bu, vesayetin deşifresi ve sona erdirilmesi sürecini hızlandırdı. Artık, milletin yeniden egemen olmasıyla tamamlanacağına inandığımız ve "Yeni Anayasa" yapmayı da içinde barındıracak, "yeni yüzyılın ilk anayasal meydan okuması" olarak adlandırılabilecek sessiz devrim süreci bütün ihtişamıyla harekete geçti. Her aşamasını bizzat milletin yönettiği bu sessiz devrimin, engellenmesi de yönünün değiştirilmesi de mümkün değil. Türkiye'de bunlar yaşanırken, hemen yanı başımızdakiler dahil dünyanın bir çok ülkesinde ise iç çatışmalara kadar varan "gürültülü" ve "kanlı devrim" süreçleri yaşanıyor. Bu yüzden, içerideki vesayet mücadelesiyle birlikte dışarıda devam eden demokrasi ve özgürlük arayışlarını da mercek altına almalıyız. Sermaye odaklı bildik "küreselleşme" kavramının arkasına gizlenenleri açık edecek bu hareketler, dünya üzerinde oluşturulan vesayet kurgusunu da sona erdirecek gibi gözüküyor. Gerçekten de, Birleşmiş Milletler, IMF, Dünya Bankası, G-7 ve benzeri oluşumlar aracılığıyla tesis edilen "vesayetçi dünya düzeni" belki de ilk defa bu kadar açık bir şekilde ve bizzat insan tarafından hedef alınıyor. Arap Yarımadası ve Ortadoğu coğrafyasındaki devletleri etkileyen ve kadim diktatörlüklerin son bulmasıyla sonuçlanan ya da sonuçlanacak "Arap Baharı", dünyanın bütününde hakim olan uzlaşmanın o coğrafyadaki adıdır. Sermayenin egemenliği ve serbest dolaşımı anlayışının hakim olduğu Avrupa Birliği'ne üye İspanya, İtalya ve özellikle Yunanistan'da da dozu ve sonuçları farklı olan benzer bir süreç yaşanıyor. Öyle ki, bu süreçlerin sonunda Avrupa Birliği fenomeninin bütünüyle yok olacağı tahminleri yapılıyor. ABD'de Wall Street önündeki eylemlerle filizlenen ve ülkenin neredeyse bütününde etkili olan "Biz yüzde 99, Onlar yüze 1" eylemleri de, bu sürecin ABD'deki görünümüdür. Yüzde 1 elit kitlenin huzuru ve refahına odaklanan ve kalan yüzde 99'u yok sayan bir sistem tartışmaya açıldı ve bundan geri dönüş yok. Kendisinden fersah fersah uzak ülkelerde demokrasi getirmek vaadiyle silahlı kuvvetleri aracılığıyla kan döken ABD, kendi vatandaşları tarafından demokrasi ve adalet sınavına tabi tutuluyor. Irak'ta, Afganistan'da ve Libya'da sahnelenen savaş senaryolarının, büyük kartellere yeni kaynak bulmak için yazıldığını keşfeden ABD halkı artık hesap soruyor. Hem de, ABD egemenlerinin en hassas olduğu "para"nın paylaşımı üzerinden. Vergilerinin büyük kartellerin daha da büyümesine ve eli kanlı İsrail'in korunmasına harcandığını yeni yeni fark eden ABD toplumu, "özgür Amerika" yalanını gerçeğe dönüştürme savaşını belki de ilk defa veriyor. Eğer bu mücadeleyi kazanırlarsa, sadece ABD'de değil dünyada yeni ve eşitler arası ilişkilerin hakim olduğu bir dönemi daha kısa süre içerisinde göreceğiz. Evet, sadece biz değil, her toplum, her ülke kendisi üzerinde oluşturulan vesayeti kırma mücadelesi veriyor. Dünyanın diğer ülkeleri ile aramızdaki en belirgin fark, biz mevcut yöneticilerle birlikte sessiz bir devrimi gerçekleştirirken, diğer ülkelerde mevcut yöneticileri ya da yönetim anlayışını hedef alan kimisinde "gürültülü" kimisinde ise "kanlı" devrimlerin yaşanıyor olmasıdır" dedi.

Yakın coğrafyadan başlayarak dış dünyaya dair bu okumayı özellikle yaptığını ve bütün bu gelişmelerin, yakın bir gelecekte bambaşka bir dünya düzeninin oluşacağını gösterdiğini ifade eden Gündoğdu, "Yeni ve adil dünya düzeni hazırlıklarını tamamlamış yeni bir Türkiye vizyonu ortaya koymalıyız. Küresel değişim rüzgarının farkında olan Türkiye, yeni anayasayı, kendini daha avantajlı hale getirecek argümanlarla donatabilir. Daha keskin bir söyleyişle, yeni anayasayı içerideki vesayete son vermek yanında dünyayı sarmalayan vesayet çemberini kırmada öncülük yapacak şekilde tasarlamalıyız. Bu yüzden, Yeni Anayasa sürecinde iç dinamikler yanında uzak yakın demeden dış dünyanın Anayasal tercihlerini de incelemeliyiz. Uluslararası düzeyde kabul gören insan hakları metinlerinin, Avrupa coğrafyasının insan ve insan hakları tasavvuruna şekil veren Avrupa Sosyal Şartı'nın ruhuna ve sistematiğine dair sağlıklı okumalar yapmalıyız. Ulusal üstü yargı makamı olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin içtihatlarını,Anayasal norm yazımında değerlendirmek üzere önümüze almalıyız. Bu önerileri, dışarıda ne varsa alalım anlamında değil, dışarıda ne olduğuna da bakalım kastıyla ifade ediyorum. Biz, ne 61 ve 82 gibi iç müdahalelerle oluşmuş darbe anayasası ne de Irak ve Afganistan anayasalarında olduğu gibi dış müdahale eseri işgal anayasaları istiyoruz. Biz, halk anayasası, millet anayasası istiyoruz. Halk adına ve halk tarafından yapılacak bir anayasa için ihtiyaç olan her şeye de fazlasıyla sahibiz. Halkın iradesine katkı sunmayı amaçlayan, Memur-Sen ve benzer hassasiyetleri bulunan yeteri sayıda sivil toplum kuruluşu süreci destekliyor. Anayasa yapım sürecinde TBMM'nin merkez olması konusunda tam bir mutabakat var. Millet, niçin yeni anayasa istediğini, yeni anayasada nelerin olması, nelerin olmaması gerektiğini hem doğrudan hem sivil toplum örgütleri aracılığıyla ifade ediyor. Aynı millet, 12 Haziran seçimlerinde yüzde 87 katılımla temsil gücü yüzde 95'i bulan ve e öncelikli görevini yeni anayasa yapmak olarak belirlediği TBMM tablosu oluşturdu. Daha da ileri gidip, yeni anayasa konusunda nazlı davranan siyasi partilerin "Uzlaşma Komisyonu"na üye vermesini ve başlama vuruşunu hep birlikte yapmalarını da temin etti. Bu arada, Türkiye'nin içe kapanması, demokratikleşme sürecinin durması ve "Yeni Türkiye" vizyonunu oluşturacak "Yeni Anayasa" sürecinin akamete uğratılmasını hedefleyen eylemlere cevap verircesine Uzlaşma Komisyonunun ilk toplantısını gerçekleştirme kararlılığını gösteren Meclis Başkanımız Sayın Cemil Çiçek'e huzurlarında şükranlarımı ifade etmek istiyorum. Bu kararlılık, milletin görüşlerini de yansıtmaktadır. O zaman, siyasi partiler ve sivil toplum örgütleri başta olmak üzere durmaksızın çalışıp yeni anayasayı en kısa sürede milletin onayına sunmalıyız" dedi.

Tam da bu noktada, "Sahadan Yeni Anayasaya" araştırmamızın sonuçları üzerinden milletin yeni anayasa sürecine ve yeni anayasanın hükümlerine ilişkin önerilerini ve taleplerini bizim bakışımızla talimatlarını ifade etmenin yararlı olacağına inandığını belirten Gündoğdu, "Milletimiz, darbe anayasalarından çok çekti. 'Bu sefer yağma yok, Anayasayı benden gizli ve bana rağmen yapamazsınız. Bundan öncekilerin aksine Anayasa sürecinin baş aktörü ben olacağım. Devlet, bu süreçte özne olmayacak, taraf olmayacak sadece nesne olacak. Kısaca, başından sonuna kadar anayasanın sürecini ben yöneteceğim' diyor. Anayasa yapmada merkez olarak tayin ettiğim TBMM, anayasayı yazacak, kendi içinde kabul edecek ve benim onayıma sunacak. Anayasa benim onayımla yürürlüğe girecek" dediğini ve çok net olan bu mesaja uymamak gibi bir seçeneğin olmadığını söyledi.

Gündoğdu, yeni anayasanın yapım ve kabul yöntemi konusunda net mesajlar veren milletin, aynı netliği Anayasanın içeriği konusunda da gösterdiğini, milletimizin yeni anayasada neleri görmeye tahammül edemeyeceğini ve neleri görmek istediğini maddeler halinde sıralayarak, şunları kaydetti:

"Toplum, Ne İstemiyor?

1- Anayasada yama niteliğinde yapılacak değişikliklerle daha fazla zaman kaybetmek istemiyor.

2- Yeni Anayasada, TBMM, Bakanlar Kurulu Anayasa Mahkemesi gibi egemenlik yetkisi kullanan bazı temel kurumlar dışındaki kurumlara yer verilmesini istemiyor.

3- Kılık-kıyafet, inanç, yaşam tarzı ve benzeri nedenlerin, seçme-seçilme ve kamu memuriyeti hakları dahil birey özgürlüklerinin sınırlandırılmasına gerekçe yapılmasını istemiyor.

4- Her kesime tanınan siyaset hakkını kamu görevlilerinden esirgeyen bir hükme, yeni anayasada yer verilmesini istemiyor.

5- Memurlara grevi yasaklayan bir Anayasa istemiyor.

6- Ötekileştiren, darbelere ve vesayete kapı aralayan hükümler barındıran bir Anayasa istemiyor.

7- Devleti korumaya ve kutsamaya odaklanmış bir Anayasa istemiyor.

8- Yüksek yargı organlarının ve silahlı kuvvetlerin anayasal kurum sıfatıyla millete tahakküm etmesine imkan sağlayacak hükümler istemiyor.

9- Özgürlüklerin, "ama", "ancak" denilerek veya "milli güvenlik", "kamu yararı" ya da benzer soyut ifadeler üzerinden sınırlandırılmasını istemiyor.

Toplum, Ne İstiyor?

1- Yeni anayasanın yapım sürecinde, bizzat ya da üyesi bulunduğu sivil toplum örgütleri aracılığıyla aktif rol almak istiyor.

2- Evrensel ilke ve değerler ekseninde hazırlanmış, ideolojilerden arınmış bir anayasa istiyor.

3- "İnsan onuru"nun esas alınmasını istiyor.

4- "Temsilde adalet" ve "yönetim de istikrar" ilkelerinin korunmasını, siyasi partilerin uzlaşısıyla "seçim barajı"nın sorun olmaktan çıkarılmasını ve toplumdaki bütün renklerin temsil edildiği bir Meclis oluşmasına imkan sağlanmasını talep ediyor.

5- Yeni Anayasanın toplumun tüm kesimlerine eşit mesafede olması gerektiğini vurgulayan toplum, etnik kimlikler, inançlar ve siyasi eğilimler üzerinden vatandaşlar arasında ayırımcılık yapılmamasını önemsiyor.

6- "Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir" anlayışının yeni anayasanın temel prensibi olmasını istiyor.

7- Anayasada başlangıç bölümü olmaması gerektiğini ilk tercih olarak sunarken, başlangıç bölümüne yer verilecekse bu bölümün genel esaslarla birlikte evrenselliği yansıtması gerektiğini düşünüyor.

8- Tüm anayasal organların, meşruiyetini halktan almasını istiyor.

9- Meclisin, kanun çıkarırken herhangi bir denetime tabi tutulmamasını istiyor.

10- Meclisin, hükümet ve ordu dahil her kurumu denetlemesini istiyor

11- Yargıdaki çift başlılığın sona ermesini, her koşulda tarafsız ve bağımsız bir yargı istiyor.

12- Eğitim dilinin Türkçe olması yanında anadil öğretimine ilişkin süreçlerin zenginleştirilmesini de istiyor.

Sözlerime son vermeden önce, göz ardı edilmesinden korktuğum bir hususun altını özellikle çizmek istiyorum. Darbe anayasalarının temel dinamiğini oluşturan "kutsal devlet" yanlışından ve bürokratik oligarşinin kendisine siper ettiği "anayasayı değiştirmeyi" ve "yeni anayasa yapmayı" zorlaştırma sarmalından kurtulalım derken yeni bir yanlışa düşüp "sivil anayasa kutsaldır" demeyelim. Aksine, zaman içerisinde ihtiyaç oluştuğunda değişiklik yapılabilen, ihtiyacı tamamen karşılamaz hale geldiğinde yeni bir anayasa yapılmasının yollarını açık tutan yeni ve yaşayan bir anayasa yapalım."



1497 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
adigebze I-II
Nükte!

KISSADAN HİSSE

-Moğollar Buhara’yı kuşattıklarında, uzun süre şehri teslim alamadılar. Cengiz Han Buhara halkına bir haber gönderdi: Silahlarını bırakıp bize teslim olanlar güven içinde olacaklar, ama bize direnenlere asla eman vermeyeceğiz.

-Müslümanlar İki gurup oldu: Bir gurup; asla teslim olmayalım, ölürsek şehit, kalırsak Gazi olur, Şeref’imizle yaşarız dediler. Öbür gurup ise; kan dökülmesine sebep olmayalım, sulh iyidir, hem silah, hem de sayı olarak onlardan azız, gücümüz onlara yetmez, dediler ve teslim oldular.

-Cengiz Han, silah bırakanlara; teslim olmayanlara karşı bize yardımcı olun, galib geldiğimizde şehrin yönetimini size bırakalım dedi. Böylece İki müslüman gurup savaşmaya başladılar. Moğollar’ın da yardımı ile, teslim olanlar galib geldi. Savaştan sonra Cengiz Han teslim olanların silahlarının alınmasını ve kafalarının kesilmesini emretti. Sonra meşhur sözünü söyledi: “Eğer güvenilir olsalardı, bizim için kardeşleri ile savaşmazlardı. Kardeşlerine bunu yapanlar, yarın da bize yapar.”

 

Site İçi Arama

 

Google Site

 

Üyelik Girişi