• https://www.facebook.com/%C3%87erkes-Haklari-Inisiyatifi-1720870914808523/
  • https://twitter.com/CerkesHaklari
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi4
Bugün Toplam242
Toplam Ziyaret979327
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.262832.3921
Euro34.778034.9173
Semerkew
Çerkez Edhem Bey

Başbakan Yardımcısı Sayın Bülent Arınç, bir süre önce, Çerkez Edhem Bey için “Hain değildir” deyince, öteden beri Atatürk’ün her sözünü “senet” sayan camiada bir feryad-u figândır başladı: “Vay! Bunu nasıl söyler?”

Bal gibi de söyler, çünkü doğrudur.

Bir zamanlar, başta Sultan Vahideddin olmak üzere, Ankara heyetinin aşmakta zorlanacağı pek çok isme “hain” damgası vurulmuş, biraz mırın-kırın edenler susturulmuş, hatta “kafaları koparılmak”la tehdit edilmiş, “…hakikat usulü dairesinde ifade olunacaktır, fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir” sözü, Saltanatın kaldırılmasına muhalif kalan milletvekillerine gözdağı babında, Meclis çatısı altında söylenmiştir.

Bu durumdaki bir Meclis’in ne kadar “özgür iradesi”yle hareket ettiği her türlü tartışmaya açıktır. Kaldı ki, Meclis’in “özgür iradesi”yle hareket ettiğini varsaysak bile zamanın şartlarını dikkate almak lâzımdır…

Bugünkü şartlar ise çok farklıdır. Konuyu daha derin, daha geniş, daha soğukkanlı düşünmenin zemini çoktan oluşmuştur. Ankara heyetine (bazı kaynaklara göre, “Kongre Hükümeti”) ters düştüğü için “hain” damgası yiyen kahramanların, ders kitaplarında hâlâ bu şekilde yer alması, hem onlara hem de çocuklarımıza haksızlıktır.

Sayın Arınç’ın teklifi doğrultusunda, konunun, Meclis’te bir komisyon kurularak araştırılması bu tür yanlışlıkların düzeltilmesi açısından elzemdir. Zaten konu tarihi değil, siyasidir. “Hain” hükmünü verenler de “tarihçiler” değil, siyasetçilerdir.

Okullarda okutulan tarih kitapları, bildiğiniz üzere,tek kaynaktan ve tek kanaldan beslenir. Tek kaynaktan, tek kanaldan beslendiği için de tümüyle “resmî” kimliklidir. Resmiyet olan yere bilim giremeyeceğine göre, yakın tarih, belgelerden ziyade duygulara bağlı olarak gelişir.

Meselâ, Mustafa Kemal, sonradan kitaplaştırılan nutkunda, saltanatın kaldırılmasının ilmi, tarihi, siyasi sebeplerine hiç değinmeden, Sultan Vahideddin’i ve ekibini “hain” ilan etmekle kalmaz, “Bütün menfaatlerini mülevves bir tahtın, çürümüş, çökmüş ayaklarına sarılmakta gören”… “idrakten mahrum, vicdandan mahrum, ahmak, sefil, âdi, alçak, âciz, his ve idrakten mahrum bir mahlûk” diyerek hakaretler yağdırır (Nutuk, Devlet Basımevi 1938, s. 490-498). Benzer ifadeler maalesef ders kitaplarına geçirilip çocuklarımıza hakaret ezberletilir.

Bir millet için son derece önemli tarihsel olgular tek kaynağa mahkûm edilmişse ve o kaynak yakın tarihin “önder”inin anılarından (Nutuk) ibaretse, tarafsızlıktan ve ilmilikten söz etmek zorlaşır. Hele bir de, aynı dönemden süzülmüş kişilere ait başka anılar yasaklanmış (Lâtife Hanım’ın anıları gibi) yahut sansürlenmiş de, karşılaştırma imkânlarınız elinizden alınmışsa…

Zaten hatıra belge sayılmaz. Çünkü savunma refleksinin ürünüdür. Herkesin kendi hatıralarında “haklı” görünmesi bundandır.

Yakın tarih araştırmacılarının en büyük talihsizliği budur! Yakın tarihe ilişkin her kanaat “Nutuk”taki görüşler istikametinde olmak zorundadır. Aksi halde “mürtecii”likten, “vatana ihanet”e kadar, bir dizi damga ile damgalanırsınız.

Bu durumda ister istemez, yakın tarihe ilişkin tüm olaylar ve yakın tarihi yapan tüm isimler bir “Alaca Karanlık Kuşağı” içinde kalır. 

Çerkez Edhem Bey ve “Çerkez Edhem Olayı” bunlardan biridir! 

Ama önce şunu belirteyim ki, Milli Mücadele’nin en zor dönemi aşılır aşılmaz, ‘Ankara ekibi’ olarak isimlendirebileceğimiz ekip, zaferden sonra kendilerine alternatif olabilecek ya da kafalarındaki “Türkiye modeli”ni engelleyebilecek dirayette gördükleri isimleri çeşitli bahanelerle tasfiye etmişlerdir.

Soru şu: Resmi tarihi yapanların ve yazanların müştereken “vatana ihanet”le suçladıkları Çerkez Edhem de acaba tasfiyeye mi uğramıştır?

Önce “şecere”sine bakalım: Bakalım ki, ailede başka “hain” var mı? Yok, aile tertemiz. Hatta bağrından kahramanlar, şehitler çıkarmış, Edhem Bey’in iki ağabeyi İlyas ve Nuri Beyler, Rum eşkıyalarıyla çarpışırken şehit olmuşlar. Diğer ağabeyleri Reşit ve Tevfik beyler ise 1901-1902 yıllarında Harbiye’yi bitirerek subay çıkmışlar. Reşit Bey çeşitli cephelerde çarpışmış, canıyla, malıyla Türkiye’ye hizmet etmiş, hizmetleri dikkate alındığı için 1919’da Meclis-i Mebusan’a Saruhan Milletvekili olarak girmiş, Meclis-i Mebusan İngiliz işgalcilerinin baskısı sonucu kapatılınca da Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne geçmiştir. 

Konuya devam edeceğiz inşallah…
19 Kasım 2014, Akit Gazetesi

Çerkez Edhem Bey “vatan haini” miydi?

Geçen yazıda belirttiğim gibi, Çerkez Edhem Bey’in ailesinin geçmişinde “hıyanet” yok, yan gelip keyfe keder yaşamak da yok; tam tersine, vaktiyle Bandırma’nın EmreKöyü’ne yerleşmiş ŞapsığÇerkez Boyu’na mensup bu aile, tüm varlığıyla “vatana hizmet” için yanan yüreklere sahip bir aile...

Zaten Edhem de “düşmanla savaşma” geleneğinin etkisiyle evinden kaçarak Bakırköy’deki “Süvari Küçük Zabit Mektebi”ne girdi. Çünkü “vatan için” iki oğlunu şehit, diğer ikisini “kurban” veren babası Ali Bey, en küçük oğlu Edhem’i asker yapmak istemiyordu.

Okulu bitiren Edhem önce Balkan Savaşı’na katıldı. Bulgar cephesinde savaşırken yaralandı. Madalya aldı. I. Dünya Savaşı’nda Eşref Kuşçubaşı’nın yönettiği Teşkilatı Mahsusa (Bir nevi gizli istihbarat teşkilâtı) ile birlikte İran,Afganistan ve Irak’a yapılan akınlara katıldı...

Defalarca yaralandı...

Fakat Çerkez Edhem’i “Çerkez Edhem” yapan süreç Milli Mücadele döneminde başladı. Bu süreçteki mücadelesiyle efsanevi bir kişilik halini aldı.

1919-1920 arasında Türkiye’nin henüz düzenli ordusu yoktu. Çerkez Edhem, Anadolu’daki tek vurucu güç olan Kuva-yı Seyyare’yi (Seyyar kuvvetler) böyle bir zaman diliminde kurdu ve yönetti. 

O tarihte ülkenin her köşesinde mevzii direnişler vardı. Efeler, hatta eşkıyalar güçlerini “vatana hizmet” için bütünlemişti. Ankara ekibi bunların arasındaki koordinasyonu ve iletişimi sağlıyor, dolayısıyla da öne çıkıyordu.

Edhem Bey büyük hizmetler yaptı. Bizzat Mustafa Kemal Paşa tarafından Ankara’ya çağrılıp ağırlandı. Sanırım o sırada bir de “niyet imtihanı”na tabi tutuldu. Ve sanırım “tasfiye edilecekler” listesine yazıldı.

Çünkü Edhem Bey’in lügatında “itaat” kelimesi yoktu. Başına buyruk, ser-azad (hür, serbest) bir karakterdi. Lâf aramızda, İsmet Paşa’yı da hiç sevmezdi.

Biga civarında resmi kuvvetleri yenen Anzavur Ahmet (Balıkesirli bir Çerkez ailesine mensuptur) kuvvetleriyle ölümüne çarpışıp bozguna uğrattı. Oradan Düzce’deki isyanın üzerine gönderildi. Onu da başarıyla bastırdı. Ve Yozgat isyanı olarak tarihe geçen kargaşa (ki bunlar da araştırılmaya muhtaçtır)... Onu dahi kendi yöntemleriyle halletti.

Edhem Bey’in yıldızı bu başarılardan sonra büsbütün parlamıştı. Ama Ankara’nın kafasındaki “acaba”lar da artmıştı. İyice güçlenen, adeta efsaneleşen Edhem Bey, acaba Ankara’ya kayıtsız şartsız boyun eğecek miydi, yoksa iktidardan pay mı isteyecekti?

Edhem Bey tartışmasız iyi bir komutan ve kahraman bir askerdi, ne var ki, diplomasiyi Ankara’dakiler kadar bilmiyor, zaman zaman Ankara’ya kafa tutuyordu. Üstelik İsmet Paşa’ya güvenmiyor, ilişkilerini Mustafa Kemal Paşa ile sınırlı tutmak istiyordu. Defalarca Mustafa Kemal Paşa ile görüşmek istedi, ancak bu arzusu sürekli geri çevrildi. Bu durumda ya tam anlamıyla “itaat” edecekti ya da “isyan”; isyan etti. Nedense (kuşkusuz onun da kendine göre bir istihbaratı vardı) itaat etmesi halinde bir şekildeöldürüleceğine inanmıştı.

Git gide sıkıştırıldı. Kuva-yı Milliye ile savaşmak istemiyordu. Çekilebildiği kadar çekildi. Çıkar yol kalmayınca, milli kuvvetlere katılmalarını tavsiye ederek emrindeki kuvvetleri serbest bıraktı. Silahını, orduya ait malzeme ve parayı da bıraktı. Yunan kuvvetlerinden geçiş izni istedi. Bu izni alınca da Yunan işgali altındaki bölgeye geçti. (07 Ocak 1921) 

“Baskıcı idi” diyorlar, olabilir... “Zalimdi” diyorlar, bu da olabilir... “Uyumsuzdu” diyorlar, bu dahi olabilir. O zaman “zalim” dersiniz, “diktatör” dersiniz, “uyumsuz” dersiniz: “Hain” demek bambaşka bir şey!

“Beni ihanetle itham edenlere soruyorum” diyor, Çerkez Edhem Bey: “Ben ne zaman, hangi tarihte ve mevzide esasen müdafaa ettiğim cepheden bir adım dönmüşümdür?..”

Cevabı kim verecek?

21 Kasım 2014, Akit Gazetesi

Çerkez Edhem Bey neden “hain” ilân edildi?

Bu milletin çocukları, ezanı, bayrağı ve ata yadigârı toprağı savunmak için, yıllar boyu gönül gönüle savaştı...

Kimi Türk, kimi Kürt, kimi Laz, Çerkez, Abaza, Arnavut, Arap kökenliydi, ama kimse kökenine bakmıyor, herkes ortak bir “ümmet” bilinci içinde savaşıyordu. Biliyorlardı ki, “Osmanlılık” kavramı çökerse devlet de çökecek, herkes enkaz altında kalacaktı.Bu bakış açısıyla bu topraklar savunuldu ve altıyüz sene bir büyük devlet ayakta tutuldu.

Bu devlette ne Türk’ün Kürd’e, ne Kürd’ün Türk’e bir üstünlüğü vardı... Hangi etnik kökene mensup bulunursa bulunsun, herkes onurlu bir “vatandaş”tı. 

O kadar ki, Mustafa Kemal, Çerkez Edhem Bey’inağabeyi Reşid Bey’e 07 Ocak 1920 tarihinde Ankara’dan çektiği telgrafta, “İmtiyazsız sınıfsız kaynaşmış bir kitle” olmanın erdemini vurguluyor: “Bu din ve devletin sağlam bir uyruğu olan Çerkez kardeşlerimiz, hepimizin övdüğümüz baş tacımızdır... Bugün düşmanlarla çevrili Türk, Çerkez ve diğer din kardeşlerimizin el ele vermeleri, sarsılmaz bir bütün oluşturmaları, namus ve hayatımızı kurtarmak için bir zorunluluktur...” 

Ne var ki, İstiklâl Savaşı şekillenip zaferin ucu gözükmeye başlayınca, durumlar değişti... İşgali kırmak için canını ve malını ortaya koyanlar çevreden uzaklaştırılmaya başlanıyor ve boşluklar, işin başında Milli Mücadele’ye sıcak bakmayan “evet efendim”cilerle  dolduruluyor. 

Bu arada iç isyanları bastıran Çerkez Edhem’le ağabeylerine de “farklı” gözle bakılmaya başlanıyor. Başta İsmet Paşa olmak üzere, “icra”nın başında bulunan “Ankara Ekibi”, Çerkez Edhem Bey’in BMM Genel Kurulu’nda coşkuyla karşılanmasını ve dakikalarca alkışlanmasını içlerine pek sindiremiyorlar (Edhem Bey ise sürekli alkışlar karşısında çok sıkıldığını, hatta terlediğini yazıyor hatıralarında)...

Edhem Bey ilk kez karşılaştığı İsmet Paşa hakkında da şu tespitleri yapıyor:

“İlk defa karşılaşıyorduk. Daha sonra hayatımdaki menfilik ve haksızlıkların kaynağı olan bu zatın ilk anda üzerimdeki intibaının derin olmadığını, çehresinin ve hareketlerinin bariz hususiyet ifade etmediğini itiraf ederim. 

“Fakat konuştukça ve fikirlerini dinledikçe, onu birçok meziyetleri bulunan erkân-i harp hususiyetleri taşımakla birlikte hiçbir zaman zaferi temsil edecek kumandanlık vasfına sahip bulamadım.”

Belli ki, İsmet Paşa da ondan hoşlanmamıştı. 

Zira, herkesin “Edhem Bey” olarak bilip alkışladığı kahramana İsmet Paşa ısrarla “Çerkez” diyor. Araları açıldıktan sonra, Mustafa Kemal da Edhem Bey’i bu lâkapla anıyor ve “Nutuk”una geçiriyor.

Ancak Edhem Bey etnik kökeniyle anılmaktan rahatsızdır: “Hepimiz Osmanlı’ydık... Eğer milliyet ve ırk tefriki (ayırımı) yapılmaya kalkışılsaydı, bu vatanda şeceresi karışmamış kim kalırdı?” diye soruyor. 

Aznavur Ahmed isyanıyla Yozgat İsyanı gibi iç isyanları maharetle ve hızla bastıran Edhem Bey git gide yıldızlaşmış, ancak hased okları da üzerine çevrilmiştir.

Meclis’in ve halkın son derece sevip sayarak güvendiği bu adam, “Ankara Ekibi” tarafından nedense hep “kuşkuyla” izleniyor. Nihayet “defterinin dürülmesi” kararlaştırılıyor...

Ama önce Edhem Bey’in ve ağabeylerinin son derece güvendikleri Ali Fuat Paşa halledilmelidir: Paşa, Garp Cephesi Kumandanlığı’ndan alınıyor. Yerine İsmet Paşa getiriliyor. Edhem Bey bu değişikliğin, kendisinin bertaraf edilmesine karar verilmesi şeklinde yorumluyor: “İsmet ve Refet beylerin benim için düşündüklerini tatbik etmeye Mustafa Kemal Paşa’yı ikna etmeleri ve bu yolda vaziyeti müsait bulmalarıdır” diyor.

Haklıdır: Zira gerçekten de Ankara, Edhem Bey’in tasfiyesine karar vermiş, bu iş İsmet Paşa’ya ısmarlanmıştır. Edhem Bey son anda oyunu bozmaya çalışıyor...

Maiyetiyle birlikte Eskişehir’deki karargâhı basıp aniden İsmet Paşa’nın yanına giriyor. Fakat İsmet Paşa yalnızca bir asker değildir. Aynı zamanda kafasında, kuyrukları bir birine değmeyen kırk tilki dolaştırdığı söylenen bir siyasetçidir...

Edhem Bey’le karşılaşır karşılaşmaz hissettiği derin endişeyi anında yeniyor ve gülümseyerek yanına gidiyor...

Gerisini bir sonraki yazıda Edhem Bey’in anılarından okuyalım:

22 Kasım 2014, Akit Gazetesi


Çerkez Edhem Bey neden Yunanlılara teslim oldu?

Gerisini Edhem Bey’in anılarından okuyalım:

(İsmet Paşa) Başını kaldırınca beni gördü. Bakışlarında hayret ve ürkeklik vardı. Ayağa kalktı. Şaşırmıştı. Tereddüt geçirdi… Sonra süratli adımlarla bana doğru geldi. Yüzündeki şaşkınlığı hemen tebessüme çevirmeyi başardı. İki eliyle ellerimi tuttu, daha sonra ellerini kollarıma doğru çıkardı ve o vaziyette konuşmaya başladı: 

“Ne vakit teşrif buyuruldu? Elleriniz sıcak ve ateşli. Doktorunuz seyahatinize nasıl müsaade etti? Hastalığınızı hakikaten merak ediyordum. Şöyle buyurun.” 

Edhem Bey şöyle cevap verdiğini yazıyor: “Samimiyetten eser kalmayan müşterek mesaimize son vermeye geldim. Niçin böyle yapılıyor, anlayamıyorum. Aleyhime gizli-açık birçok tedbirlere başvuruluyor…Rica ediyorum, eğer kendinize ait olmasını istediğiniz, fakat açıkça ifade edemediğiniz hususlar varsa, bunları işte karşı karşıyayız, cesaretle söyleyin...” 

Arada itiraz etmeye kalkıştığını söylediği İsmet Paşa’yı susturup devam ediyor:

“Ben sizinle açık ve ciddi konuşuyorum ve böyle olmanızı rica ederek açık ve samimi cevap bekliyorum.”

Sözü bu kez İsmet Paşa alıyor ve öfkesi burnunda Edhem Bey’i yatıştırmaya çalışıyor: 

“Allah fesatçıların cezasını versin Edhem beyefendi... İtimad ediniz ki ben sizin gibi arkadaşlarımın mevcudiyetine güvenerek Garp Cephesi Kumandanlığı’nı aldım... Ordu içinde menfi propaganda yapanları teker teker araştıracağım ve cezalandıracağım. Ben bu hizmeti beraberce yürüteceğimize samimiyetle inanıyorum. Sizin de aynı histe olduğunuzu çok iyi biliyorum.” 

Özü-sözü aynı olan, hile-hurda bilmeyen Edhem Bey,İsmet Paşa’nın yanından kısmen tatmin olmuş olarak ayrılıyor. Kendisine yanlış istihbarat verildiğini düşünüyor.

Fakat hüküm çoktan verilmiştir. ne yapsa artık kâr etmeyecektir…

Nihayet BMM’ine ağır bir telgraf çekmek suretiyle “Hayatının hatası”nı yapıyor.

Bu telgraf kendisini tutan milletvekilleri tarafından bile “tehdit” olarak algılanıyor ve bu yüzden İsmet Paşa, ilk kez Meclisin desteğini kazanıyor.

Onun son aradığı da zaten budur…

Harekete geçiyor…

Edhem Bey’i sıkıştırmaya başlıyor.

Ve ağabeyiyle birlikte Yunanlılara sığınmak zorunda bırakıyor.

O sırada Edhem Bey ve ağabeyi Reşid Bey’in elinde hatırı sayılır miktarda para ve mühimmat vardır: Ancak tek kuruşuna dahi el sürmüyorlar…

Maaşlarından arta kalan birkaç kuruşla yurt dışına çıkıyorlar ve sefalet içinde yaşıyorlar.

Sonradan Ankara İstiklâl Mahkemesi’nde idamlarına hükmediliyor…

150’likler listesine alınıyorlar. 1937’de diğerleriyle birlikte affediliyorlar, (Atatürk’ün Edhem Bey’e para ve pasaport gönderttiği söylenir) ama Edhem Bey çok sevdiği ülkesine dönmeyi içine sindiremiyor. Bunu da hatıralarında şöyle izah ediyor:

 “Ben milletime ve tarihe ‘hain’ diye tanıtılmış, gıyabında idama mahkûm edilmiş bir adamım…

“Ama hakikatte ben, asgari bana böyle diyenler kadar vatanperverim. Ve Milli Mücadele’de hepsinden kıdemliyim. 

“Ben hain olmaya icbar edildim, buna rağmen hain olmadım. Şimdi hakikatleri açıkça konuşabilecek miyiz? Hepimiz adil ve bitaraf hâkimler önüne çıkabilecek miyiz? 

“Haydi, bunlar oldu diyelim; ya zihinlere yerleştirilmiş menfur kanaatleri nasıl ıslah edeceğiz. Burada gurbette ölürüm, fakat hiç olmazsa günün birinde doğru tarihin hakikatleri ele almasını ümit ederek gözIerimi kaparım.” 

Edhem Bey 1948 Eylül’ünde Amman’da hayata gözlerini yumuyor…

Şeria Nehri’nin kıyısında toprağa veriliyor.

Çerkes Edhem Bey başta olmak üzere yakın tarihimizin pek çok “sırrı” var…

“Çerkes Edhem Olayı” bunlardan sadece biridir. Aradan çok zaman geçmiş, köprülerin altından çok sular akmış, zaman pek çok hassasiyeti törpülemiştir.

Konuyu yeniden alma zamanıdır. Başbakan Yardımcısı Sayın Bülent Arınç da Bursa konuşmasında bu kanaati seslendirmiştir.

24 Kasım 2014, Akit Gazetesi

  
5745 kez okundu

Yorumlar

     07/12/2014 12:56

BÜTÜN DEVLETLERİN TARİH KİTAPLARI RESMİDİR. BİZİMKİLER GERÇEĞE EN YAKINIDIR. ÇERKEZ ETHEM ŞÜPHESİZ HAİN DEĞİLDİR. ANCAK; AĞIRLIĞINI TAŞIYAMAMIŞTIR. NEREDE DURACAĞINI BİLEMEMİŞTİR.
Misafir -

adigebze I-II
Nükte!

KISSADAN HİSSE

-Moğollar Buhara’yı kuşattıklarında, uzun süre şehri teslim alamadılar. Cengiz Han Buhara halkına bir haber gönderdi: Silahlarını bırakıp bize teslim olanlar güven içinde olacaklar, ama bize direnenlere asla eman vermeyeceğiz.

-Müslümanlar İki gurup oldu: Bir gurup; asla teslim olmayalım, ölürsek şehit, kalırsak Gazi olur, Şeref’imizle yaşarız dediler. Öbür gurup ise; kan dökülmesine sebep olmayalım, sulh iyidir, hem silah, hem de sayı olarak onlardan azız, gücümüz onlara yetmez, dediler ve teslim oldular.

-Cengiz Han, silah bırakanlara; teslim olmayanlara karşı bize yardımcı olun, galib geldiğimizde şehrin yönetimini size bırakalım dedi. Böylece İki müslüman gurup savaşmaya başladılar. Moğollar’ın da yardımı ile, teslim olanlar galib geldi. Savaştan sonra Cengiz Han teslim olanların silahlarının alınmasını ve kafalarının kesilmesini emretti. Sonra meşhur sözünü söyledi: “Eğer güvenilir olsalardı, bizim için kardeşleri ile savaşmazlardı. Kardeşlerine bunu yapanlar, yarın da bize yapar.”

 

Site İçi Arama

 

Google Site

 

Üyelik Girişi