18 Ekim 1935 tarihinde gazetelerin manşeti dehşet vericiydi. Tüm Ankara'yı harekete geçiren ihbara göre; genç Cumhuriyet'in kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk'e suikast tertip etmek üzere bir grup tetikçi Suriye üzerinden Türkiye'ye giriş yapmıştı.
Dünyanın ekonomik ve siyasi olarak büyük bir krizin arifesinde olduğu yıllarda haberi bu denli önemli kılansa ihbarı bizzat Birleşik Krallık'ın Ankara Büyükelçisi Sir Percy Loren'in yapmış olmasıydı.
Neyse ki güvenlik güçleri böylesi elim bir hadise henüz vuku bulmadan harekete geçmiş ve olası şüphelileri kıskıvrak yakalamıştı.
Olası failler yakalanmışsa da bu teşebbüs yalnızca Ankara'yı sarsmamış, yurdun dört bir yanında bomba etkisi yaratmıştı.
İstanbul'da öğrenciler bu hain teşebbüsü en üst perdeden mitinglerle protesto etmişti. Türk halkı, kurucu Cumhurbaşkanları Mustafa Kemal Atatürk'ün etrafında adeta etten bir duvar örmüştü.
Hadisenin failleri; Urfa Saylavı Ali Saip Bey, Yahya, Üzeyir, Arif ve Şemsettin isimli şahıslar derhal tevkif edilerek Ankara Ağır Ceza Mahkemesi'ne sevk edilmişlerdi.
Dolaysıyla kamuoyu, birkaç gün içerisinde bu teşebbüsün arkasındaki asıl iradeyi tartışmaya başlamıştı.
Rejimin bekasını tehlikeye atacak böyle bir melun teşebbüse cüret edebilecek kişi olarak gösterilen isim ise son derece sıra dışıydı.
İddialara göre olayın asıl faili Milli Mücadele'nin henüz başında tüm yurdun kahramanı olarak gösterilen ama tam olarak nasıl olduğu anlaşılamayan bir dizi olaylar zinciri sonrası biranda kendisini düşman safında bulan namıdiğer Çerkes Ethem'di.
Yapılan tahkikat sonucu tutuklanan kişilerin ve Çerkes Ethem'in olayla herhangi bir bağlantısı olmadığı ortaya çıkarılmıştı.
Çerkes Ethem, kamuoyunda öylesine büyük bir nefret nesnesine dönüştürülmüştü ki birçokları için onun adının geçmesi dahi suçlu olması için yeterli bir gerekçeydi.
O güne kadar kimsenin sormaya cesaret edemediği malum soru, bu hadise sonrası artık fısıltı olarak sorulmaya başlanmıştı;
Çerkes Ethem gerçekten de hain miydi?
Çakır gözlü dev bir kahraman: Çerkes Ethem
Çerkes Ethem; mavi gözleri, uzun boyu, iri cüssesi ve siyah kalpağıyla bir film kahramanından farksızdı. Düşmanın üzerine korkusuz ve amansızca saldırması ile ünü Anadolu'nun dört bir köşesine yayılmıştı.
Rauf Bey'in daveti ile 1919 yılında Milli Mücadele'ye katılan Çerkes Ethem, Kuvayı Seyyare isimli milis birlikleriyle hem Yunan askerlerine hem de Ankara muhalifi güçlere kelimenin tam anlamıyla kök söktürüyordu.
Çerkes Ethem'in komutasındaki süvariler ansızın ve beklenmeyen stratejik noktalarda ortaya çıkıyor, düşmanın Anadolu işgaline set çekiyordu.
Bu savunma Ankara'da milli bir iradenin ortaya çıkmasının önünü açan belki de en önemli gelişmeydi.
Çerkes Ethem'in kahramanlığı ile Anadolu topraklarında umut yeniden yeşermişti. Yurdun dört bir yanından sayısız kişi Çerkes Ethem'in Kuvayı Seyyaresine katılıyor, bu da Çerkes Ethem'in ünü kadar gücünü de günden güne artırıyordu.
Evden kaçarak askeri okula yazılıyor
1886 yılında Balıkesir'de dünyaya gelen Ethem, beş kardeşin en küçüğüydü. Babası Ali Bey, son derece yumuşak ve sakin bir tabiata sahip olan oğlunun asker olmasını istemiyordu.
Babasının tüm arzularına rağmen Ethem 19 yaşına geldiğinde asker olmak üzere evden kaçtı ve İstanbul'da Subay Okulu'na kaydını yaptırdı.
Bakırköy Süvari Küçük Zabit Mektebi'ni birincilikle tamamlayan Ethem'in hayatındaki ilk dönüm noktası Teşkilat-ı Mahsusa'nın kritik ismi Kuşçubaşı Eşref ile tanışması oldu.
Eşref ile beraber Balkan Dağlarında Bulgar çetelerine karşı savaşarak gayri nizami harpte ustalaştı.
Büyük Cihan Savaşı başladığında Çerkes Ethem, Irak Cephesi'nde Teşkilat-ı Mahsusa adına kritik görevler ifa etmişti; ama bu görevi sırasında yaralanması üzerine eve dönmek zorunda kalmıştı.
Halide Edip Adıvar bu genç kahramanla ilk karşılaşmasını şu sözlerle nakledecekti;
Ben onu ilk defa Karargâh'ta gördüm. Bir gün, büyük odaya girerken bir sürü silahlı adamın arasında kendimi buldum. Tabii, bunlar Ethem'in adamlarıydı. Mustafa Kemal Paşa'ya bazı raporlar götürüyordum.
Ethem'i Paşa'nın karşısında bir sandalyede buldum. Ayağa kalktı, elimi öptü. Alelâdeden uzun boyu vardı. Hiç eti olmayan kudretli vücudu canlı bir iskelete benziyordu. Tam Çerkes yapısıydı. Geniş omuzlar, ince bel, uzun bacak ve kollar, kocaman sarışın bir kafa, kısa bir burun ve gayet solgun gözler.
Teni hiçbir hava tesiri ile değişmemişti. Kısa burnu Anglikan bir mizah ifade ediyordu. O odada istinasız bu kocaman Çerkes herkesi gölgede bırakmakla meşgul görünüyordu.(Halide Edip Adıvar
Türk'ün Ateşle İmtihanı, Syf. 150)
Hain değil, kurbandı
Sonda söylenecek söz başta söylemek gerekirse; Çerkes Ethem, hain değil kurbandı.
Sorulması gereken soru ise 'kimin kurbanıydı'; çünkü Yunanlılara sığınması kardeşlerinin tesiri ile olmuş, ama onu buna zorlayan süreç Ankara siyasetinin kaygan zemini ve siyasetçileriydi.
Yunanlılara sığınma fikri Çerkes Ethem'e öylesine ağır gelmişti ki emri altındaki tüm askerleri serbest bırakarak Ankara saflarına katılmalarına vesile olmuştu.
Bunu da 20 Ocak 1921'de kardeşlerine yolladığı mektupta Çerkes Ethem, şu sözlerle bildirecekti;
Yunanlılarla akdettiğiniz iltica protokolü nefsime ağır geldiğinden dolayı sizi takip edemeyeceğim. Beni mazur görünüz Kuva-yı Seyyare efrat ve zabitlerini istedikleri herhangi bir tarafa gitmekte serbest bıraktım. Hepsini dağıttıktan sonra ben de karargâhımla semt-i meçhule müteveccihen gidiyorum.
Çerkes Ethem, emri altındaki yaklaşık 5 bin kişilik kuvveti, Yunan saflarından geçirerek Ankara Hükümetine karşı kullanabilecek güç ve imkânı olmasına rağmen bu birlikleri dağıtmış ve hatta Milli Mücadele'ye katılmaları konusunda telkinde bulunmuştu.
Yine de Yunan saflarından geçmesi onun bir hain konumuna düşmesine neden olmuştu. Ethem önce Atina'ya ardından da Berlin'e gitmişti.
Teşkilat-ı Mahsusa yıllarından itibaren ilişkide olduğu Enver Paşa ile beraber Türkistan'a geçerek mücadelesini orada sürdürmek istemişse de Enver Paşa'nın şehit edilmesi Çerkes Ethem'in bu teşebbüsünün akim kalmasına neden oldu.
Gelişmeler üzerine önce Mısır'a oradan da Ürdün'e iltica eden Çerkes Ethem, Lozan Antlaşması sonrası vatandaşlıktan çıkartılarak hain ilan edildi.
Çerkes Ethem'in yeğeni Güner Kuban'ın TBMM'den talep ettiği iade-i itibar talebine verilen cevap ise yeni bir tartışma başlatacaktı.
Buna göre Ethem'in hain ilan edildiğine dair resmi bir kanunun bulunmadığı belirtilen cevapta Çerkes Ethem'in vatan haini olmadığı bildiriliyordu;
Adalet Bakanlığı cevabi yazısında; konuyla ilgili daha önce Kanunlar Genel Müdürlüğü'ne intikal eden herhangi bir müracaat kaydına rastlanmadığı, bu kapsamda Bakanlıkça hazırlanan kanun tasarısı taslağı bulunmadığı gibi, diğer bakanlıklarca hazırlanıp görüşe sunulmuş kanun tasarısı taslağı da olmadığı, yine görüş için gönderilen herhangi bir kanun teklifi kaydına rastlanılmadığı; İçişleri Bakanlığı cevabi yazısında, dilekçede bahsi geçen taleple ilgili olarak Bakanlığın arşiv kayıtlarında herhangi bir bilgiye rastlanılmadığı belirtilmiştir.
İdarece beyan olunan açıklamalar dışında Çerkes Ethem Bey'le ilgili, itibarını kaldıran veya zedeleyen resmi bir karar bulunmadığı anlaşılmış olup, 3071 Dilekçe Hakkının Kullanılmasına Dair Kanun ile TBMM İç Tüzüğünün 116'ncı Maddesi uyarınca dilekçe hakkında Komisyonumuzca başka bir işlem yapılmayacağına karar verildi.(Yeni Şafak - 4 Mayıs 2016)
Lozan Antlaşması sonrası 152'likler olarak bilinen listedekiler 'hain' olarak ilan edilip çoğunun vatandaşlıktan çıkarılması Çerkes Ethem'i de resmen hain konumuna düşürüyodu.
Bu listede yer alanlardan, ki içlerinde Çerkes Ethem'in kardeşleri de bulunuyordu, birçoğu affını talep ederek tekrar vatandaşlığa kabul edilmişti; ama Çerkes Ethem, Ankara'dan af talep etmeyerek okları yeniden üzerine çekecekti.
Atatürk Nutuk'ta doğrudan hedef alıyor
Çerkes Ethem'in isminin üzerinde bulunan kara bulutların dağılmasının önündeki en büyük engel şüphesiz Mustafa Kemal Atatürk'ün kendisini hedef alan sert ifadeleriydi.
İlginç hadiselerden birisi de Atatürk'ün, Çerkes Ethem'in İsmet Paşa ile arasındaki buzları eritmek için teşebbüste bulunduğunu söylemesidir.
Çerkes Ethem'i yanına alan Atatürk, trenle Eskişehir'e gittikleri hadisede yaşanan gelişmeyi şu sözlerle aktarır;
Ethem ve biraderi Reşit Bey'den başka beraber bulunan arkadaşları şunlardı: Kâzım Bey, Celal Bey, Kılıç Ali Bey, Eyüp Sabri Bey, Hakkı Behiç Bey, Hacı Şükrü Bey. Sabah erkenden ben henüz uykuda iken tren Eskişehir'e vasıl oldu. Daha önce İsmet Paşa'nın henüz Bilecik'te bulunduğu anlaşılmış olduğundan Eskişehir'de durmayıp Bilecik istasyonuna gitmeye karar vermiştik.
Eskişehir'de uyandığım zaman trenin niçin durup hareketine devam etmediğini sordum. Yaverlerim, arkadaşların sabah kahvaltısı yapmak üzere istasyonun karşısındaki lokantaya gittiklerini ve gelmek üzere olduklarını söyledi. Çabuk gelmeleri için haber gönderilmesini hatırlattım.
Birkaç dakika sonra hazırız denildi. Bütün arkadaşların gelip gelmediğini sordum. Bunun üzerine yapılan tetkikte herkes hazırdı ama Ethem Bey bir arkadaşıyla beraber ortada yoktu. Derhal Ethem Bey'in firar ettirildiğine hükmettim. Fakat bu hükmü kimseye söylemedim.(Atatürk - Nutuk)
Olaya bu şekilde bakıldığında Çerkes Ethem'in niyetine dair ciddi şüpheler doğmaktadır. Cemal Kutay tarafından hazırlanan "Çerkes Ethem Dosyası 2" isimli eserde Çerkes Ethem ise Mustafa Kemal Atatürk'ün aktardığı ifadelere kendi nazarından şu sözlerle karşı çıkmaktaydı;
Vagonun salonunda yalnız başıma kaldığımda yeni vaziyet ve şartların sebeplerini kendi kendime araştırmaya başladım. O günlerde Ankara muhitinde bir itimatsızlık ve emniyetsizlik arzı olduğunu, şahsi idare zihniyeti ve fikrinin hâkim olmaya başladığını işitmiş ama inanmak istememiştim.
…
Belki de başka amillerde vardı, bunu zamanla öğrenecektim.
Cemal Kutay'ın Çerkes Ethem'in hatıratına dayandırdığı eserinin sahihliği tartışma konusu olsa da, Çerkes Ethem'e göre Atatürk tek adam idaresi kurmak istiyordu ve bu yüzden kendisini tasfiye etmeyi planlıyordu.
Yunan propagandasına alet olmak istemiyor
Çerkes Ethem, Yunanlılardan saflarına katılmayı değil, yalnızca geçiş hakkı talep etmişti. Oysa Yunan güçleri böylesi değerli bir hazineyi Anadolu Hareketine karşı kullanmak istiyordu.
Yine Cemal Kutay'ın eserinde aktardığına göre; bu durumdan son derece rahatsız olan Çerkes Ethem, Yunan Başkomutanı Papulos'a şu mektubu gönderecekti;
Bana bizzat zat-ı aliniz, sıhhatime kavuştuğum anda işgaliniz altındaki toprakları terk edebileceğimi bildirmiştiniz. Benim tek gayem ve arzum, münhasıran işgal ettiğiniz yerleri değil vatanımı şimdilik terk etmektir.
Sürgün Hayatı
Berlin'de saflarına katılarak birlikte mücadele etmeyi arzu ettiği Enver Paşa'yı bir türlü bulamayan Çerkes Ethem, Enver Paşa'nın Türkistan'da şehit olduğu haberiyle adeta yıkılacaktı.
Enver Paşa'nın ölümünün ardından Çerkes Ethem önce Mısır'a ardından da Ürdün'e geçti.
Bu sürgün sırasında, mustarip olduğu verem hastalığı iyiden iyiye nüksedince sakin bir hayat yaşamak üzere bu kez Lübnan'a geçti.
1935 yılında yeniden Ürdün'e dönen Çerkes Ethem, sürgün yıllarında Atatürk'ten neden af istememesinin gerekçesini şu sözlerle aktaracaktı;
Katiyen ithamların ağır mesuliyetine layık günahkâr değildim. Fakat hakikatleri bitaraf bir muhakeme önünde izah edebilecek miydim? Hayır… O halde gurbete devam edecek ve gurbette ölecektim.
…
Alnımda bu kara leke vatanıma nasıl dönebilirdim?(Cemal Kutay - Çerkes Ethem Dosyası 2)
*Daha ayrıntılı bir okuma için Ergun Hiçyılmaz'ın "Çerkez Ethem" eseri ve Cemal Kutay'ın "Çerkes Ethem Dosyası 1-2" isimli eserleri incelenebilir.
___________________
Alıntı: The Independentturkish, 24 Şubat 2021