• https://www.facebook.com/%C3%87erkes-Haklari-Inisiyatifi-1720870914808523/
  • https://twitter.com/CerkesHaklari
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi3
Bugün Toplam142
Toplam Ziyaret987553
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.451532.5815
Euro34.684134.8231
Semerkew
Anadilde eğitim

Rıfat Okcabol


Türkiye ilginç bir ülke!
Kimileri, devletin yapmak istediği barajlara ve kurmak istediği nükleer santrallere haklı olarak karşı çıkıyor. Karşı çıkışın temel nedeni, doğal zenginliklerin ve sular altında kalacak tarihi kalıntıların yok olmaması.

Haklılar, çünkü doğal varlıklarımız ile tarihi kalıntılar, geçmişte bu topraklarda yaşamış olanların bizlere bıraktığı, göz bebeğimiz gibi koruyup gelecek kuşaklara aktarmamız gereken bir miras.

Doğal yapının sonradan oluşturulan ormanlar ve parklar gibi bir bölümü, insan emeğinin ürünü. Aynı şekilde, geçmiş yüzyıllardan günümüze kadar kalabilen kaleler, tapınaklar, tiyatrolar, heykeller, mozaikler, … bakır, bronz, tunç, cam, toprak, gümüş ve altından yapılmış kap-kacaklar, süs eşyaları ve takılar geçmişte yaşayanların göz nuru ve emeği ile ortaya çıkmış ürünler.

Bizler genelde insan emeği olan bu ürünlere sahip çıkmaya çalışıyoruz da, bu ürünleri yaratan insanların dillerine, kültürlerine ve torunlarına, yani kendimize, o kadar sahip çıkamıyoruz. Oysa bu topraklarda yaşayan bizler, hangi etnik gruptan olursak olalım, hangi dili anadilimiz olarak konuşursak konuşalım atalarımızın ürettiği kültürel birikimlerin ürünüyüz. Bu kültürel birikimler hem bugün bu topraklarda yaşayanların tümünü zenginleştiren hem de tarihi kalıntılardan çok daha fazla özen göstermemiz, koruyup geliştirmemiz gereken bir miras. Tarihsel miras olan ürünlere sahip çıkıp onların yaratıcılarına sahip çıkmaya çalışmamak olacak iş mi?

Hem bizlere hem de devlete düşen görev, bizim zenginliğimiz olan bizi biz yapan bu kültürleri koruyup geliştirmek. Kültürlerin korunmasının yolu da, o kültürün yaratıcılarının dillerini koruyup geliştirmekten geçiyor. Hatta devletin görevi, farklı kültür ve dile sahip topluluklarla halkların böylesine bir beklenti ve istekleri olmasa bile, o dillerin de yaşamasını sağlamak.

Tarihi kalıntıları koruyamazsak, geçmişle bağımız kopuyor, geçmişi öğrenip anlayamayınca da sağlıklı bir gelecek kurmak kolay olmuyor. Ormanlarda ve denizlerde olduğu gibi, bir hayvan ya da bitki türünün azalması ya da yok olması, diğer türlerin de azalıp yok olmasına yol açıyor. Doğayı korumadığımızda da, toprakların erozyona uğraması ve tuzlanması, bitki ve hayvan çeşitlerinin azalıp yok olması gibi kayıplar yaşıyoruz. Bu kayıpları yerine koyamıyoruz. Bu tür kayıplar ülkeyi susuzluğa, kuraklığa ve açlığa sürüklüyor.

Benzer bir biçimde diller de, diğer dillerle etkileşim içinde gelişiyor. Dillerin ve lehçelerin kaybolması diğer dilleri de etkiliyor. Koruyup geliştiremediğimiz diller de kültürler de, yok oluyor, ölüyor. UNESCO, 1950’den bu yana 230 dilin kaybolduğunu ve var olan 3.000 kadar farklı dillerden 2.500 kadarının da yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu belirtiyor1.

Anadilini öğrenme ve anadilde eğitim konusu, tabii ki yalnız, bir tarihsel miras konusu ya da sorunu da değil. Bu konu, aynı zamanda bireyin en temel ve vazgeçilemez insan haklarının başında geliyor.

Bu doğal insan hakkı, ne yazık ki, uluslaşma sürecinin iç ve dış dinamiklerine, siyasal yapıya ve demokratikleşme düzeyine bağlı olarak, ya Türkiye’de olduğu gibi yok sayılıyor ya o dilleri öğrenme fırsatları yaratılıyor ya da bir iki dil resmi dil olarak kabul edilip herkes o resmi dilleri öğrenmek zorunda kalıyor.

Anadil konusuyla ilgili olarak bizlerin bir ilginçliği, somut miraslara sahip çıkarken soyut mirasları göz ardı etmemiz! İkinci ilginçlik de, Lozan antlaşması gereği, Ermeni; Rum ve Musevilere azınlık statüsü verilip onların Türkçe dersler yanında anadillerinde de dersler alarak ilk ve ortaöğretim okullarında okumaları sağlanırken, Müslüman olan diğer etnik topluluklarla halklara bu hakkın verilmemesi!

Bir üçüncü ilginçliğimiz de, “anadilde eğitim ayrılıkçılığı körükler” korkusuyla var olan farklı anadiller yok sayılırken, bu topluma tamamen yabancı bir dilin, İngilizcenin zorunlu olarak öğretilmesi! Farklı dilleri olan insanlar arasında iletişimi sağlamak ve ortak anlayışlara varabilmek için resmi dilin zorunlu olması doğal da, İngilizce öğrenmek neden zorunlu, anlayan beri gelsin. İngilizce öğrenmenin zorunlu yapılmasıyla da yetinilmeyip seçme sınavlarında İngilizce sorular sorarak, liseye gideceklerin de lisansüstü öğrenim görmek isteyenlerin de, İngilizceyi yeterince bilemediklerinde önleri kesiliyor. Öğretimle de yetinilmeyip, giderek İngilizce eğitim yaygınlaştırılıyor.

Anadili öğrenmek ayrılıkçılığı besleyecekse, İngilizce eğitim neyi besliyor?

Giderek yaygınlaşan İngilizceye karşı Türkçenin korunması kadar ülkemizde yaşayan tüm dillerin korunması gerekiyor.

Farklı anadilleri koruma görevi de, o dile sahip olanlardan çok tabiî ki devlete düşüyor. Bu bağlamda devletin ivedilikle, yaşayan dilleri öğretecek ve o diller üzerinde araştırma yapıp korunmasına ve gelişmesine çalışacak insanlar yetiştirmeye başlaması gerekiyor.

Doğal zenginliklerle tarihsel kalıntıları gözünü kırpmadan talan eden AKP, ana dillere sahip çıkar mı?

_____________________________-

haber.sol.org.tr, 8.10.2010

  
2822 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
adigebze I-II
Nükte!

KISSADAN HİSSE

-Moğollar Buhara’yı kuşattıklarında, uzun süre şehri teslim alamadılar. Cengiz Han Buhara halkına bir haber gönderdi: Silahlarını bırakıp bize teslim olanlar güven içinde olacaklar, ama bize direnenlere asla eman vermeyeceğiz.

-Müslümanlar İki gurup oldu: Bir gurup; asla teslim olmayalım, ölürsek şehit, kalırsak Gazi olur, Şeref’imizle yaşarız dediler. Öbür gurup ise; kan dökülmesine sebep olmayalım, sulh iyidir, hem silah, hem de sayı olarak onlardan azız, gücümüz onlara yetmez, dediler ve teslim oldular.

-Cengiz Han, silah bırakanlara; teslim olmayanlara karşı bize yardımcı olun, galib geldiğimizde şehrin yönetimini size bırakalım dedi. Böylece İki müslüman gurup savaşmaya başladılar. Moğollar’ın da yardımı ile, teslim olanlar galib geldi. Savaştan sonra Cengiz Han teslim olanların silahlarının alınmasını ve kafalarının kesilmesini emretti. Sonra meşhur sözünü söyledi: “Eğer güvenilir olsalardı, bizim için kardeşleri ile savaşmazlardı. Kardeşlerine bunu yapanlar, yarın da bize yapar.”

 

Site İçi Arama

 

Google Site

 

Üyelik Girişi