• https://www.facebook.com/%C3%87erkes-Haklari-Inisiyatifi-1720870914808523/
  • https://twitter.com/CerkesHaklari
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi7
Bugün Toplam294
Toplam Ziyaret985998
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.486832.6170
Euro34.601234.7398
Semerkew
NE YAPILMAYA ÇALIŞILIYOR?

NAİL SÖNMEZ

Değerli(!) bir büyüğümüz ve bilimsel tarihçimiz, yine zorlama cümlelerle Kabardeylerin aslında sürgüne maruz kalmadıklarını, kendi rızaları ile “göç” ettiklerini bastıra bastıra anlatmaya çalıştığı son yazılarından birinde, kendi rızaları ile göç eden bu kabardeylerin “göç” yolculuklarını da 1860 yılında “tren” yolu ile gerçekleştirdiklerini beyan ediyor!

Bu evlere şenlik iddiasını ispata çalıştığı son yazısında ise, 1965 basımı "Sovyet Tarih Etüdü" ürünü bir kitabın içindeki bir şiirde geçen “tren” sözcüğünü kaynak olarak gösteriyor. Kaynak gösterdiği ağıtın hangi tarihte kayda alındığı ve hangi tarihi olayı anlattığı ise muamma!..

Yazarımızın “tarih” yazma metodunun ibretlik perişanlığı bir yana şiirde geçen konsolosluk, pasaport gibi terimlere bakılırsa bu Kabardeyler biletlerini de biletix’ten toplu ve indirimli almışlardır herhalde!!..

Değerli(!) büyüğümüz tabii ki bununla yetinmiyor. Birbirinden garip tezleri çorba halinde okuyucuya aktardığı yazısının alakasız bir yerinde de sözü İmam Şamil’e getiriyor ve şunları söylüyor:

“Çeçenistan ve Dağıstan’dan Türkiye’ye göç yapılmamış ya da çok az çapta yapılmış olması, Şamil’in direnişini bitirmek ve Kafkasya’da istikrarı sağlamak isteyen, sonradan Kafkas Ordusu Başkomutanı olan, yetenekli General Baryatinski’nin akılcı reformlarına, köylü nüfusa toprak dağıtmasına ve bazı yönetsel ayrıcalıklar tanımış olmasına bağlıdır. Böylece Dağlılar arasındaki başkaldırılar yatıştırılmış ve bir rahatlatma sağlanmış, Rusya’ya bağlılık sağlamlaştırılmıştır. 1850’lerdeki Baryatinski’nin reform programı, kuşkusuz 1861 yılı reformlarının önceli (provası) olmuştur. Baryatinski, Şamil’i Gunib’de teslim alan kişidir (1859). Bu ikisi sonradan dost olmuşlardı. Nitekim, 21 Mayıs 1864’te, Çerkeslere karşı kazanılan zafer nedeniyle Şamil, General Baryatinski’yi bir telgrafla kutlamıştı. (Bkz. Almir Abreg, Kafkasların Trajedisi).”

Çar tarafından başkomutanlık görevine getirildiğinde aynı zamanda Kafkasya Genel Valisi de olmuş, görev yaptığı yıllarda diktatörce uygulamaları, estirdiği terör ve katliamlarıyla nam salmış olan Prens Baryatinski’yi “yetenekli General” olarak lanse eden, Dağıstan-Çeçenistan bölgelerinden göç yapılmamasını onun “akılcı reformlarına, köylü nüfusa toprak dağıtmasına” bağlayarak iltifatlara boğan değerli! yazarımız söz İmam Şamil’e gelince layık gördüğü anekdotu ise okuyucuların takdirlerine bırakıyorum.

Yazarımızın reformist ilan ederek iltifatlara boğduğu Baryatinski, bölgede tam hakimiyet sağlanabilmesi için Çerkeslerin Rusya’nın kuzeyine sürgün edilmesini teklif eden General Milyutin’e bile rahmet okuturcasına “Çerkeslerin kuzeye değil, Osmanlı topraklarına sürgün edilmesini” ilk teklif eden ve bu planı Rus Çarı’na sunarak kabul edilmesini sağlayan kişidir aynı zamanda.

Neyse!.. Yazarın rus hayranlığı kendi tercihi sonuçta!..

Daha önceleri de defalarca gündeme getirilen ve İmam Şamil’in Rus Generali Baryatinski’yi 1864’te Çerkeslere karşı kazandığı zafer nedeniyle telgrafla kutladığı iddiasına tek kaynak olarak Almir Abreg’in bir cümlesi gösteriliyor. Doğrudur, 2005 yılında Kafkas Vakfı tarafından tertiplenen Uluslararası Kafkaslar Konferansı’na katılan ve Adigelerin yetiştirdiği değerli bir ilim adamı olan Almir Abreg sunduğu tebliğde bu iddiayı dile getirmiş ve bu tebliğ konferans kitapçığında da yer almıştı.(1) Ancak aynı kaynakta Almir Abreg bu cümlesinin hemen devamında aynen şu ifadeyi kullanıyor; “Bu konunun aydınlatılması görevini gelecekteki tarihçilere bırakalım.” Bu cümlenin ne anlama geldiğini izaha gerek var mı?



Ancak değerli(!) tarihçimiz, ekte görselini paylaştığım Almir Abreg’in Şamil’le ilgili iddiasının devamında sarf ettiği bu cümleyi yazısına eklemeyi uygun görmemiş! Neden acaba?

Daha da vahimi, uyarı ve itirazlara rağmen “Sayın Almir Abreg telgrafın örneğinin nerede saklı bulunduğunu, kaynağını da yazıyor” şeklinde gayet aleni bir yalana da rahatlıkla başvurabiliyor! Nitekim kaynak gösterdiği tebliğde böyle bir bilgi olmadığı gibi, olmadığının ispatı da yazarımızın görmek ve göstermek istemediği bizzat Almir’in “Bu konunun aydınlatılması görevini gelecekteki tarihçilere bırakalım” cümlesinde açıkça görülüyor…

Geçtiğimiz yılın Ağustos ayında kaybettiğimiz rahmetli Abreg Almir’le kişisel diyaloğu olanlardan biriyim. Hem Maykop ziyaretlerimizde hem de onun İstanbul ziyaretlerinde görüşür, dar zamanlarda da olsa bu değerli büyüğümüzle fikir teatisinde bulunmaya çalışırdık. Almir, 2005 yılında aktardığı bu sözlerden bir yıl sonra yine konferans daveti için İstanbul’a geldi. 2006 yılındaki bu konferans sırasında görüştüğümüz Almir’le bir yıl önce gündeme getirdiği ve çok tartışılan bu telgraf olayı ile ilgili de sohbet ettik. Almir’e “bu telgraf iddiasının tarih adına çok önemli bir bilgi olduğunu, diasporada da tartışma yarattığını, konuyla ilgili bir kaynağın mevcut olup olmadığını, böyle bir kaynağa ulaşma imkanımızın ve anılan telgrafın bir kopyasının da olup olmadığını” sorduk. Almir, “bunun bir iddia olduğunu, herhangi bir kaynağının olmadığını” söyleyerek aynen ifadesiyle “ben de Ruslardan duydum” diye ekledi.

 Bu diyaloğa Orhan Doğbay ve Almir’le çok yakın dostluğu ve akrabalığı olan Mehdi Nüzhet Çetinbaş’da şahittir. Nitekim Mehdi N. Çetinbaş’ın, Almir’le bu konuyu daha detaylı konuştuğunu, “Almir’in bu iddiayı Tiflis Üniversitesi’nde okurken bir profesörden duyduğunu, konunun herhangi bir belgeye dayanmadığını ve tamamen bir tevatür olduğunu” aktardığını da notlara ekleyelim. Mehdi N. Çetinbaş’ın bu diyalogları sırasında “böyle önemli bir iddianın “belgesiz” şekilde dile getirilmesinin sakıncalarından bahsettiği ve Almir’in de bu konuda kendisine hak verdiği” bilgisini de aktarmakta fayda var.

Yine bu konuyu tartıştığımız bir başka sohbette de değerli yazarımız Sefer Berzeg’in, Abreg Almir’le aynı diyaloğu yaşadığını, benzer soruları sorduğunu ve kendisine de “Ruslar öyle söylüyorlardı, ben de sadece duyduklarımı aktardım” ifadesini kullandığını söylediğini de ilave edelim ki konunun son şekli iyice netleşmiş olsun.

Bu anekdotları ve şahitlikleri anlatırken amacımız değerli thamade Almir Abreg’i yermek değil, bilakis toplumda yaratılmaya çalışılan ayrımcılık ve ötekileştirmeye, ve bunu sağlamak adına başvurulan kuşku, nefret, kimlik bunalımı vs gibi “psikolojik propaganda taktikleri”ne rahmetli Almir Abreg’in alet edilmesine engel olmak ve tarihi bir olgunun çarpıtılmadan yerli yerine oturtulmasını sağlamaktır.

Nitekim sınırları “Sovyet çıkarları” ile belirlenmiş Sovyet tarihçiliği”nin psikolojik harekat unsuru olarak kullanılan yüzlerce uydurma tezlerinden nasibini almış çok sayıda aydın ve entelektüel mevcuttur. Bunlardan biri de Dağıstan’ın dünyaca ünlü şair ve yazarı Resul Hamzat(ov)’dur. 1951 yılında Şamil hakkında benzer minvalde yazdıklarından uzun süre sonra vicdan azabı çeken Hamzat, Şamil’in ruhundan özür dilediği ve kendini asla affetmeyeceğini söylediği “Benim Dağıstanım”(2) kitabında aşağıdaki satırları kaleme almıştı:

"Şimdi anımsamak bile istemediğim bir iş yaptım ben gençliğimde. Dostlarım bunun üzerine bana çok sövüp saydılar; tüm bu sövgüler benim için bir ceza oldu. Ama asıl büyük cezayı ben içimde taşıyorum ve bundan daha ağır bir cezayı bana hiç kimse veremez.”(…) “Bir ara, Şamil'in bir İngiliz-Türk ajanı olduğu ve halklar arasında düşmanca kışkırtmalar yaptığı resmen kabul edilmişti. Ben de bu savın ileri sürüldüğü eve, bu evin sahibine inanmış ve Şamil'in içyüzünü(!) dile getiren o şiiri yazmıştım.”

Hamzat’ın “ev”den kastı ise anlatmaya çalıştığımız SSCB’den başkası değildir!.. Ve Şamil'in bir İngiliz-Türk ajanı olduğunun ve halklar arasında düşmanca kışkırtmalar yaptığının “resmî” Sovyet tezi olarak kabul edildiğini dile getiriyor!.. Altını çiziyorum “resmî”!..

Hamzat’ın bu konudaki beyanları “Sovyet tarihçiliği” noktasında çok önemli bilgi ver¬mekte ve resmi Sovyet ideolojisinin koyu gölgesi altında “eser” üretmenin yazarı “nereye” götürebileceği hususunda da örnek teşkil etmektedir.

Tüm bu bilgiler ışığında Şamil ile ilgili iddiaya dair bir belge üretmenin hiç de zor olmadığı bir resmi tarihçilikten bahsediyoruz. Yok ama öyle bir belge olsa dahi inanın hiç şaşırmazdım!

NKVD aracılığıyla 1934-1946 yılları arasında yapılan Büyük Terör (Большая чистка) ile milyonlarca insanı tutuklamış ve çoğunu infaz etmiş, tutukladıklarına -çok azı hariç- Gulag kamplarından asla bir daha geri dönme hakkı tanımamış ve geniş SSCB toprakları üzerinde etnik nüfusların neredeyse tamamının yerlerini değiştirmiş bir “korku imparatorluğu”ndan bahsediyoruz. Basit bir belge üretmek nedir ki?

"Soğuk savaş döneminde Sovyet propaganda makinesi vardı. Her gün değişik yalanlar üretir, önce kendileri inanır sonra da dünyanın inanmasını beklerlerdi. Bunlar, 'Pravda yalanları, palavraları' diye anılırdı."(3)

BENİM KAFAMA TAKILAN SORU VE ASIL DİKKAT ÇEKMEK İSTEDİĞİM NOKTA ŞU:

YAZAR NE YAPMAYA ÇALIŞIYOR!?

1920’li yıllardan itibaren Sovyetlerde ”homo-Sovyeticus” yani Sovyet İnsanı yaratma çabaları doğrultusunda her türlü psikolojik harekatın içinde yer aldığı, birçok sözde tarihi bilginin “karanlık düzenin bilim adamlarına ısmarlama üretildiği” ortaya çıkmış ve raf ömrünü bile yaklaşık 30 yıl önce doldurmuş olan Sovyet arşivlerini tavuk gibi eşeleyip Kuzey Kafkasya’nın Batı Halkları ile Doğu Halkları arasındaki manevi bağları koparma amaçlı “belgeler” bulmaya çalışarak;

Adigeler dışında hiçbir halkın sürgün edilmediğini, gelenlerin ise çeşitli sebepler ve değişik zamanlarda kendi rızalarıyla “göç” ettiklerini ısrarla ispata çalışarak;

Hatta Adigeler içinde dahi örneğin Kabardeylerin de aslında sürgün edilmediklerini, onların da kendi rızaları ya da beylerinin (pşı) taktikleriyle “göç” ettiklerini mütemadiyen ispata çalışarak;

“1863 yılı ortalarında Abzahlar Rus komutanlığının öne sürdüğü koşulları kabul ederek savaştan çekildiler. Abzahlar kendilerine gösterilen yerlere yerleşmeye veya Türkiye'ye göç etmeye başladılar” örneğinde görüldüğü gibi, Abzahların bile sürgün edilmediğini “göç” ettiğini ispata çalışarak;

Şapsığlar haricindeki Çerkeslerin peyderpey Ruslara “bağlılık yemini(!)” ettiklerini ancak Şapsığların sadece “silah bıraktıklarını(!)” vurgulayıp, akıl almaz şekilde “Şapsığ mikro-etnik milliyetçiliği” yaparak;

“Gerçekleri boşuna değiştirmek isteyen bazı Kabardey milliyetçi-kabileci çevreler de var, bunların tarihi karıştırmaları, yazdıkları yalan yanlış yazılarla zarar vermeleri de önlenmeli” gibi cümleleri aynaya hiç bakmadan sarfedip, “tarihsel sorumluluk” adı altında Adigeler arasında dahi ayrışmayı körükleyerek;

Kayıp geçmişte bile tarihsel temelleri konumlandırmanın peşine düşüp tanımlamaları sistematik biçimde ters yüz ederek Çerkesya Halklarından olan Karaçayları tamamen yok hükmünde kabul edip, geçtim Vubıhları, Abazaları da illa Adige yapmaya çalışıp, onlara Adige olduklarını dikte edip, bu çarpık görüşü destekleyici tarihi bilgi bulmaya-üretmeye çalışarak;

Ne yapılmak isteniyor!?

Yıllardır bıkmadan usanmadan gündeme getirdikleri bu garip tespit ve iddiaların Çerkeslere ne gibi bir yararı olabilir?

Yalan ve çarpıtmalarla bezenmiş ayrıştırma-ötekileştirmenin, mikro-etnik milliyetçilik ve dar kabileciliğin artan “bölücü” boyutlarının Moskova’dan başka memnuniyet yaratacağı başka bir merkez olabilir mi?

Bu nasıl Çerkes “tarih”i yazmaktır?

Partizan ve ideolojik kurguların çoğu, önceden belirlenmiş “sözde hakikatleri kanıtlamaya teşebbüs” örnekleridir.(4)

“Bu argümanlar ilk bakışta göze basit görünebilir. Fakat tarihsel geçmiş üzerinde yapılan çarpıtmalar kitle üzerinde etki sağlayan psikolojik teknikler içerisinde önemli bir yer tutar. Üzerinde iyi düşünülmüş, zemini hesaplanmış, yoğunluğu ve zamanlaması belirlenmiş, hedefleri net araçlardır bunlar. Bugünün etmenleri, şahsen yaşanılmayan, sonradan öğrenilen tarihsel geçmişi etkilediği ölçüde, geçmişle bugünün olayları arasında nedensellik bağı kurmayı zorlaştırır. Ve sağlıklı bir gelecek tassavvuru oluşturmak neredeyse imkansız hale gelir. Geçmişimize bakarken sürekli karşımıza çıkan olumsuzluklar, kendimizi tanımlayan değerlerin arasındaki çelişkiler, geçmişimizle özdeşleşememek ve yabancılaşmak, özgüvenimizi yitirmeye, umutsuzluğa ve moral çöküntülerine sebep olur.(5)

Adeta profesyonel bir azim, sabır, süreklilik ve ısrarla gündeme getirdikleri, kendilerinden başka bütün kesimlerin tepkisini çeken tüm bu çarpık bilgi ve tezlerin bir an için gerçek olduğunu varsaysak dahi, Çerkeslere, Çerkeslerin birliğine ve Çerkesya’ya ne gibi bir faydası var, büyük merak içindeyim doğrusu!..

Bıraktım Kuzey Kafkasya’nın Batısı ile Doğusu arasındaki manevi bağları koparmaya çalışmayı, Çerkeslerin “sürgün ve soykırım” söylemi ve bu söylem çerçevesinde hak iddia ve talepleri her yıl artan bir pozitif ivmeyle gündeme otururken bu söylemin haklılığına gölge düşürmekle, Rusya’nın bu insanlık suçunu da sıklıkla tekrarlanan “göç” vurgusu ile örtbas edip hafifletmeye çalışmakla, ne elde edilmek isteniyor?

Nail Sönmez
05/07/2018

(1) Geçmişten Günümüze Kafkasların Trajedisi, sf: 45, 2005,İstanbul, Kafkas Vakfı Yayınları
(2) Benim Dağıstanım, Resul Hamzatov, Çev: Mazlum Beyhan, Düşün Yayınları, İstanbul, 1984
(3) Ahmet Davutoğlu, 03.12.2015
(4) Kafkasya: Bir Etno-kültürel Tarih Çözümlemesi, Ergin Ayan, Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi, Sayı: 2
(5) Soçi 2014'ü Adımlarken Çerkesya, Jabağı Jan, 2011

  
1574 kez okundu

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın
adigebze I-II
Nükte!

KISSADAN HİSSE

-Moğollar Buhara’yı kuşattıklarında, uzun süre şehri teslim alamadılar. Cengiz Han Buhara halkına bir haber gönderdi: Silahlarını bırakıp bize teslim olanlar güven içinde olacaklar, ama bize direnenlere asla eman vermeyeceğiz.

-Müslümanlar İki gurup oldu: Bir gurup; asla teslim olmayalım, ölürsek şehit, kalırsak Gazi olur, Şeref’imizle yaşarız dediler. Öbür gurup ise; kan dökülmesine sebep olmayalım, sulh iyidir, hem silah, hem de sayı olarak onlardan azız, gücümüz onlara yetmez, dediler ve teslim oldular.

-Cengiz Han, silah bırakanlara; teslim olmayanlara karşı bize yardımcı olun, galib geldiğimizde şehrin yönetimini size bırakalım dedi. Böylece İki müslüman gurup savaşmaya başladılar. Moğollar’ın da yardımı ile, teslim olanlar galib geldi. Savaştan sonra Cengiz Han teslim olanların silahlarının alınmasını ve kafalarının kesilmesini emretti. Sonra meşhur sözünü söyledi: “Eğer güvenilir olsalardı, bizim için kardeşleri ile savaşmazlardı. Kardeşlerine bunu yapanlar, yarın da bize yapar.”

 

Site İçi Arama

 

Google Site

 

Üyelik Girişi