• https://www.facebook.com/%C3%87erkes-Haklari-Inisiyatifi-1720870914808523/
  • https://twitter.com/CerkesHaklari
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam232
Toplam Ziyaret989022
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.429932.5599
Euro34.801134.9406
Semerkew
İmdat Kip
imdatkip@gmail.com
Putin Geri Geldi
27/03/2012

Aslındabir yere de gitmemişti. Sadece üçüncü defa seçilmesi yasalara aykırı olduğu için koltuğunu Medvedev’e emanet ederek, bir alt koltukta dört yıl geçirmişti. Putin’in kurduğu nev’i şahsına münhasır rejim, Medvedev döneminde de biraz daha yumuşakbir üslupla ama niteliği değişmeden, aynen devam etti. Başbakanolarak devleti fiilen Putin yönetti. Bu zaman zarfında oyunun kuralları değiştirildi. Yapılan yasal değişikliklerle başkanlık süresi hem dört yıldan altı yıla çıkarıldı, hem de Putin’in iki dönem daha başkanlık yapabileceği hukuki zemin inşa edildi.

Zamanıgelince de koltuğunu emanetçiden geri aldı. Bu proje çok önceden herkesin bildiği aleni bir durumdu. Bunun olmamasının tek alternatifi, Medvedev’in koltuğu geri vermeme ihtimaliydi. Biryıl evvelinden buna dair spekülasyonlar vardı. Medvedev’in yeniden başkan olmak istediği, kendi kadrosunu kurmaya çalıştığı söyleniyordu. Ancak zamanı gelince anlaşıldı ki Putin emaneti gerçekten “emin ellere” teslim etmişti. Medvedev’in bizzat kendisi Putin’i yeniden başkan adayı olarak gösterdi.

Artıksonucu baştan belli bir süreç yaşanacaktı. İktidar devlete tamamen hakimdi. Ciddiye alınabilecek, rakip olabilecek bir muhalefet yoktu. Özgür basından, STK’lardan bahsetmek mümkün değildi. Bu ortamdan Putin’i zorlayacak bir rakibin çıkma ihtimali de yoktu. Seçimler zaten kimsenin inanmadığı, dolayısıyla da pek katılmadığı bir şeydi.

Derken beklenmedik bir şeyler oldu; birkaç ay evvel gerçekleşen Parlamento seçimlerindeki sahtekarlık ve hukuksuzlukları protesto eden bir muhalefet ortaya çıktı. Putin’e karşı ciddi katılımlı protesto mitingleri düzenlendi. Dünyanın ilgisi seçimlerin üzerine çekildi. İlk defa “Arap baharını” akla getiren,otoriter rejimi rahatsız edebilecek nitelikte manzaralar ortayaçıktı.

Yeltsin’in ilk dönem başkanlığı için yapılan seçimin seçime benzediği söylenir. O dönem ben Rusya’da değildim. Rusya’da bulunduğum süre zarfında Yeltsin’in ikinci başkanlık dönemi için yapılan da dahil olmak üzere seçim sayılabilecek bir şeye şahit olmadım. Stalin’in söylediği rivayet edilen “ önemli olan oy kullananlar değil oyları sayanlardır” sözü buradaki durumu özetlemeye en yakın olanıdır. Hele hele bizim buralarda-Kafkasya’da, “seçimler” bir yana “sayımlar” da sorunludur. Genellikle halkın % 20’si bile sandık başına gitme zaman sandıklardan % 90’lar çıkar. İktidara % 150 oy çıkan sandıklar bile rivayet edilir.

Son başkanlık seçimi öncesi ciddi bir muhalefetin ortaya çıkışı iktidarı zorladı. Büyük paralar harcanarak tüm oy verme noktalarına kameralar kondu. Sadece kareyi tamamlama fonksiyonu icra eden Komünist Parti ve LDP dışında, “oligark” iş adamlarından biri de başkan adayı oldu. Putin en güçlü aday olmakla beraber, kendisine verilecek oyların % 50’nin altında kalması ve ikinci tur seçim olma ihtimali konuşulmaya başlandı. Putin’in ikinci tura kalarak seçilmesi bile otoriter rejimi zayıflatma, daha şeffaf ve daha demokratik bir yöne zorlama anlamında önemli bir umuttu.

Lakin öyle de olmadı. Seçim beklenenden daha fazla seçime benzedi. Halk seçime katılmaya teşvik edildi. Katılım beklenenden yüksek oldu. Her yerde kameralar vardı. Kameralar seçimlerde açık kaldı yalnız akşam sekizde sayımlar esnasında kapatıldı. Putin % 64 gibi önemli bir oranla ilk turda seçildi.

Meselenin ilginç yanı, Putin’e çıkan en yüksek oy oranlarının Putin döneminde en fazla dayak yemiş Kafkasya Cumhuriyetlerinden çıkmasıydı. Bu dönemde Kafkasya’da yaşanan süreci kabaca hatırlayacak olursak:

  • Çeçenya’da taş üstünde taş kalmadı. İnsalık suçlarının, hukuksuzluğun ve işkencenin kol gezdiği kirli savaşta, bu küçük halk binlercesi çocuk olmak üzere nüfusunun önemli bir bölümünü kaybetti.

  • Terör olayları ve radikal islamcı hareketler çevre cumhuriyetlere de sirayet etti. Bu olaylar bahane edilerek Cumhuriyetlerin özerklikleri budanmaya, içleri boşaltılmaya başlandı.

  • Güney Federal Okrugu kurularak Kafkasya’daki özerk cumhuriyetler oraya bağlandı. Böylece daha önce federasyonu oluşturan kurucu cumhuriyetler güney federal bölgesinin ilçelerine dönüştürüldü. Seçilmiş cumhurbaşkanları bölge valisine bağlı hale getirildi.

  • Kabardey-Balkar’da daha önce hiç olmayan radikal dinci terör ortaya çıktı. Şiddetin, çatışmanın sürekli derinleştiği bu ortamda çok sayıda masum insan hayatını kaybetti. Cumhuriyet, polis devleti uygulamaları, hukuksuzluklar, faili meçhuller, kısmi sıkıyönetimler arasında yaşamını sürdüren bir bataklık haline geldi. Halen devam ediyor.

  • Güney Federal Okrugu’ndan ayrılarak Kuzey Kafkasya Federal Bölgesi kuruldu, Adigey dışındaki diğer cumhuriyetler buraya bağlandı ve “olağanüstü hal bölgesi” daha da belirginleşti.

  • Zaten adından başka içerikleri kalmamış “başkanlıklar”ın adları da değişti. Şimdi adları hala cumhuriyet olan bu birimleri yönetenlerin “baş” anlamına gelen garip bir adları var.

Kısacası rejiminin Kafkasya uygulamaları; RF’nin federasyon niteliğini tahrip ederek özerklikleri yok edip RF’yi üniter bir sisteme dönüştürmeye giden adımlardır. Bu adımları atarken de olaya sadece güvenlik endeksli otoriter ve polisiye metotlarla yaklaşılmaktadır. Bu rejimin Kafkasya’ya bakışı , burayı işgal edip sömürgeleştiren Çarlık Rusyası’yla benzerdir. Yani burası federal bir cumhuriyette olması gereken; anayasayla, hakla, hukukla değil, sömürge valileri eliyle sömürgeci metotlarla yönetilecektir.

Kafkasya'daki tüm bölgelerde Putin’e RF ortalamasının üzerinde oy çıktı. Seçim sonuçlarını değerlendirirken yukarıda özetlediğim uygulamalardan çok mutlu olduğumuz sonucuna varılmayacağını umut ediyorum. Oy oranı konusunda rekoru % 99.7 ile Çeçenistan kırdı. Daha sonraki seçimlerde bizdeki oy oranını da yükselterek Çeçenistan seviyesine çıkartmak isterlerse olabilecekleri düşünmek dahi istemiyorum. Bu orana “seçim” sonucunda mı, “sayım” sonucunda mı ulaşıldığını bilemem. Ancak birinci ihtimal seçimin sahte olmasından çok daha vahimdir. Çeçenlerin hangi şartlar altında Putin’e % 99.7 oranında oy verebileceğini hayal edebilir misiniz?

Gerek Rusya gerek Sovyetlerden kopmuş diğer devletlerde iktidar koltuğuna oturan birinin ölmeden ya da başına bir operasyon gelmeden iktidardan gittiği adetten değildir. Yeltsin’in ikinci dönemi sona ererken, Putin'in istihbaratın başından iktidara uzanan kestirme yoculuğunun da derin bir operasyonun sonucu olduğu yaygın bir kanaattir. On iki yıldır iktidarda, bir o kadar daha önü açık. Durum teamüllere tamamen uygun.

Normalşartlar altında her biri altışar yıl olmak üzere iki dönemdaha Putin iktidarı gözüküyor. Her ne kadar Arap baharına benzer birtakım kıpırtılar var ise de büyük bir potansiyel henüz gözükmüyor. Kafkasya için iyimser olmak epeyce zor. Özellikle, nüfusunun ezici çoğunluğu sürgünde olan, kendi vatanlarında birbirlerinden kopuk adacıklarda azınlık haline gelmiş Çerkesler için, yaraları sarmak bir yana evdeki bulgur bile tehlike altındadır.

*** 

Birazda Türkiye cephesine bakarsak; Türkiye’de çok ciddi değişimleryaşanıyor. En önemli gündem maddesi Kürtler. Çok kalabalıklar, asimile edilemeyecekleri artık kesin. ”Ne Mutlu Türküm” de demeyecekler. Bu mutluluğu bize bırakıp kendi yollarında yürüyorlar. Bütün tartışmalarda “Kürtler ve Türkler, binyıllık kardeşlik vs. vs.” konuşuluyor. Çerkesler'in esamesi okunmuyor. Çerkesler'in büyüklük bakımından üçüncü nüfus olduğunu, bine yakın köyümüzün olduğunu, tüm dünyadaki Çerkesler'in büyük çoğunluğunun Türkiye’de bulunduğunu, beraber kazanılan Kurtuluş Savaşı'nın en organize askeri gücünün Çerkesler olduğunu hiç kimse bilmiyor. Çünkü yokuz. Yok isek sorun da değiliz. Çok büyük ölçüde asimileyiz. Çerkes kökenliyiz fakat Çerkes değiliz. “Çerkes kökenli” ve“Çerkes” farklıdır. “Kürt kökenli” kelimesini maksatlı olarak, çoğunlukla yanlış kullanırlar. Kürtler'in “Kürt kökenli”leri azdır. Onlar halen Kürt’türler. Bizim çoğunluğumuz ise “Çerkes kökenli”dir artık. Durumumuz çok farklı; bizim mücadelemiz asimilasyona karşı değil asimile olmuşluğa karşı olmalı belki de. Yani tamamen sönmeme, küllerinden yeniden doğma mücadelesi.

Bu ortamda birileri çıkmış “Çerkes Çalıştayı” yapmış. Bu çabayı gösterenlere şahsen teşekkür ederim. Çok önemli bir başlangıç. Yansımalarını basından takip ettim. İçimizden, dışımızdan, olumlu, olumsuz tepkiler var. Varlık emaresi gösterdik yani. En tepkili olanlar yine “Çerkes kökenli”ler. Çerkes kökenli olduğunu söyleyen Murat Bardakçı bizlere ayar vermeye kalkmıştı birkaç ay önce. Şimdi de Altemur Kılıç “Türk oğlu Türküm” diye bağırıyor. Ve henüz kendisiyle aynı aşamaya gelememişlere kızıyor. Biz de bundan yüzbinlerce var, kendilerine mutluluklarının daim olmasını dileriz. Ancak Çerkes kalmak isteyen bir miktar mutsuza da tahammül etsinler. İnansınlar ki bunun kimseye zararı yok.

Azınlıkların yok olmasının baskın uluslara nasıl bir faydası olduğunu hiç anlamamışımdır. Çerkesler'in yok olmasının Çerkesliğe ve insanlığa zarar verdiği kesin ama; Türklere, Ruslara, Araplara, vs. nasıl bir fayda sağladığını hiç anlamıyorum. Sayısal olarak kalabalıklaşmakta mutluluk arıyorlarsa, herhalde en mutlusu Çinliler olsa gerek.

Çerkes dillerinden Wubih dili artık dünyada konuşulmuyor. Diğer dil ve lehçeler de aynı yolda. Rusların uyguladığı soykırım ve sürgün sonucunda arta kalan tüm Wubih’ler Türkiye’ye sürülmüştü. Wubih dilinin son konuşulduğu yer Türkiye’dir. Evet katil Rusya’dır ama bu dilin mezarı da Türkiye olmuştur. Yukarıda anlattığım gibi, üniter devlet sevdasına düşmüş Rusya da, bir dizi felaketin sonucunda bölük pörçük vatanında kalabilmış bir avuç Çerkesin yok olmasında mutluluk arıyor. Rus ırkçılığı yükseliyor.

Türkiye sancılı fakat daha demokratik bir hukuk devleti olma yönünde ilerliyor. Evet Kürtler gündemin başında ama bizi de unutmasınlar. Bir gün gerçekten demokratik bir hukuk devleti olduğunda, topraklarında yok edilmiş Çerkesliği yeniden diriltmek gibi bir borcu da olabileceğini düşünsünler Türkiye’nin…

İmdat Kip

22 Mart 2012, Nalchik

__________________________

Not: Birkaç ay evvel İstanbul'a yaptığım seyahat esnasında Jineps Gazetesine verdiğim röportaj yayınlanırken Türkiyeye dönüş yaptığım yazılmış. Bu doğru değildir. Ben her iki ülkenin vatandaşıyım. Bunlardan birinde veya başka bir yerde yaşamam, bir yerden diğerine gitmem, dönüş veya kalış değil olsa olsa seyahat olur. Röportajda söylediklerimle ilgili dönüşçülüğe zarar verdiğimi söyleyen birtakım tepkiler aldım. Benim kesinlikle böyle bir amacım yoktur. Ayrıca, dönüşçülük taş gibi sağlamdır aynen yerinde duruyor. Yirmi yıldır fayda vermeye çalıştım veremedim. Müsterih olsunlar, ona kimsenin zararı da faydası da olmaz.



3437 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

:)     28/03/2012 15:49

İmdat abi hoşgeldiniz; yazılarınızı okumak isteriz her daim, her nerede yazıyorsanız, tezahürat gibi oldu değil mi, varsın öyle olsun, ciddi bir "fan" kitleniz var zira...
Erkan Hak'aşe

Yazarın diğer yazıları

N’olacak Kaffed’in Hali… - 10/11/2016
Çıkarılacak ilk sonuç;; zorla el koyduğu DÇB’de, kendi memurları eliyle RF yörüngesinde tutabildiği, kendisine en yakın, geçinmesi en kolay Çerkes örgütü de Rusya ile iyi geçinmeyi becerememiştir.
Bir Çetin Öner Geçti - 22/09/2016
Sen tatlı bir rüzgardın, özgür tayların yelelerinden estin, yoksulların sofralarından, mağdur halkların yanından estin.
DÇB Gerçekleri -1 - 15/06/2016
Verdiğimiz bilgiler ve iddialarımız gayet açıktır. DÇB 2000 yılında devletleştirilmiş, Çerkes STK’sı olmaktan çıkarılmış ve RF’nin Çerkes dünyasını kontrol ve manipülasyonu ile görevli bir devlet kurumuna dönüştürülmüştür.
İmdat Gibilerden Duayenlere - 4 - 19/05/2016
DÇB çevreleri ile çoğu arızalı ve sabıkalılardan oluşan bir avuç döküntüye toplum diyeceksen şayet, kimse yemez. Oralarda olmamam yüz değil tamamen ilke ve mide sorunudur.
İmdat Gibilerden Duayenlere-3 - 04/05/2016
Anavatan, valizi alarak gidip kendinizi kurtaracağınız bir yer değil, kendi varlığı da tehlikeye sokulmuş bir yerdir. Bana da zor geliyor söylemesi fakat gerçek bu.
İmdat Gibilerden Duayenlere – 2 - 21/04/2016
Dönüşçülük gerçekte çoktan bitmiştir-yoktur. Var olması da gerekli değildir. Artık Çerkeslerin anavatanına dönmelerine karşı çıkan bir grup veya düşünce de yoktur. Şayet varsa da kaale alınacak çapta bir şey değildir.
İmdat Gibilerden Duayenlere - 13/04/2016
Uzunyayla’lı bir çiftçi; topraklarının büyük bir çoğunluğu birkaç oligarkın eline geçmiş, topraksız ve işsiz binlerce gencin yaşadığı devasa Çerkes köylerine nasıl yerleşir, ne yapar?
Müfteriden Erik Bey’e Mektup/2 - 28/03/2016
Sevgili Erik, satırlarıma burada son verirken şeytanla arkadaşlığını kes derim. İyi bir başlangıç olur. Komiteye de fazla takılma. Açık hava, bol balık ve havuç tavsiye ediyorum.
Müfteriden Erik Beye Mektup/1 - 17/03/2016
Mizah kullanmak biraz zeka ve malzeme gerektirir. Sizde hangisi yok bilemiyorum. Bende malzeme çok sayenizde. Çoğunu kullanamıyorum bile. Zayi oluyor.
 Devamı
adigebze I-II
Nükte!

KISSADAN HİSSE

-Moğollar Buhara’yı kuşattıklarında, uzun süre şehri teslim alamadılar. Cengiz Han Buhara halkına bir haber gönderdi: Silahlarını bırakıp bize teslim olanlar güven içinde olacaklar, ama bize direnenlere asla eman vermeyeceğiz.

-Müslümanlar İki gurup oldu: Bir gurup; asla teslim olmayalım, ölürsek şehit, kalırsak Gazi olur, Şeref’imizle yaşarız dediler. Öbür gurup ise; kan dökülmesine sebep olmayalım, sulh iyidir, hem silah, hem de sayı olarak onlardan azız, gücümüz onlara yetmez, dediler ve teslim oldular.

-Cengiz Han, silah bırakanlara; teslim olmayanlara karşı bize yardımcı olun, galib geldiğimizde şehrin yönetimini size bırakalım dedi. Böylece İki müslüman gurup savaşmaya başladılar. Moğollar’ın da yardımı ile, teslim olanlar galib geldi. Savaştan sonra Cengiz Han teslim olanların silahlarının alınmasını ve kafalarının kesilmesini emretti. Sonra meşhur sözünü söyledi: “Eğer güvenilir olsalardı, bizim için kardeşleri ile savaşmazlardı. Kardeşlerine bunu yapanlar, yarın da bize yapar.”

 

Site İçi Arama

 

Google Site

 

Üyelik Girişi