20/05/2012
29 Nisan 2012 Pazar günü Çerkes Hakları İnisiyatifi
öncülüğünde Kayseri’de gerçekleştirilen mitingin yankıları sürüyor. İnternet
sitelerinde ve çeşitli basın-yayın organlarında yer alan yorum ve yazıları
okudum.
Neler neler yazıldı, çizildi ve söylendi:
“Miting sönük geçti, umulan etkiyi yaratmadı.”
“Söylemiştik, mitingin yeri ve zamanı uygun değil demiştik.”
“ÇHİ Çerkesleri temsil etmiyor, edemez.”
”Mitingi gerçekleştirmeden önce diğer kuruluşlara
gidilmedi, halka sorulmadı, halkın görüşü alınmadı.”
“Çerkesleri temsil edecek yapı yasal bir kuruluş olmalı. ÇHİ'nin yasallığı
yok.”
“ÇHİ'nin arkasında iktidar partisi var.”
“Bunlar bu parayı nereden buluyor, kaynakları ne?”
“Bir kenarda durup saydım, 250 kadar kişi geçti.”
“Yok yok, daha fazlaydı. Ben 500 kişi saydım.”
Bunlara benzer daha neler neler.
Bütün bu tartışmalar, atışmalar, yorumlar arasında en dikkat
çeken husus mitinge 500 civarında Çerkes’in katıldığı iddiasıydı. Bu
durum beni 12 Ekim 1980 tarihine geri götürdü.
12 Ekim 1980 Genel Nüfus Sayımı
12 Eylül 1980 askeri darbesinden 1 ay sonra Türkiye Genel Nüfus Sayımı
yapılmıştı.
O tarihte, Gönen Dereköy’de açılmış bulunan ortaokula okul
müdürü olarak atanalı henüz 5 ay olmuştu. Bir öğretmen ile birlikte sayım
memuru olarak görevlendirilmiştik. Köyün bir yarısını ben, diğer yarısını
da diğer öğretmen arkadaş sayacaktı.
Dereköy geçmişte Gönen’in Çerkes köyleri arasında en büyük nüfusa sahip olan
köydü. Ancak, Çerkesler toprağa bağımlı yaşamayı sevmediklerinden midir, yoksa
soykırıma uğrayarak anayurtlarından sürgün edilmeleri sonucu yeni topraklarına
ısınamadıklarından mıdır bilinmez, evlerini, topraklarını satarak ya da öylece
bırakarak büyük kentlerde ve Avrupa ülkelerinde kendilerine yaşam kurmuşlar. Bu
nedenle köydeki Çerkes nüfus yüzde seksen oranında azalmış, boşalan Çerkes
evlerini de diğer halklardan aileler doldurmuş.
12 Ekim 1980 Pazar günü akşam saatlerine kadar sayım görevini sürdürdük. Sayım
sonuçlarını derledikten sonra evraklar ile birlikte Nüfus idaresinin yolunu
tuttuk. Arkadaşım sayım evraklarını teslim etti. Sonra benim evraklarımı
aldılar. Bir süre inceledikten sonra, Nüfus Müdürü’nden yüksek bir ses tonuyla
şiddetli bir tepki aldım.
- “Bu ne?”
- “Nedir efendim?”
- “Bu nasıl sayım?”
- “Nasıl sayım olur mu efendim, kurallara uygun yapılmış bir sayım işte...”
- “Nasıl olur? Yaptığınız sayımda, ''Anadili nedir?'' sorusuna hep
Çerkesce yazmışsınız.”
- “Evet efendim. Öyle yazdım. Çünkü çoğunlukla saydığım aile bireylerinin
anadilleri Çerkesce’ydi.”
- “Olur mu öyle şey? Bu ülkede herkesin anadili Türkçedir. Çerkesce de nereden
çıktı?”
- “Efendim ülkede yaşayan herkesin anadili Türkçe ise, neden sayım formlarında ''Anadili nedir?''
sorusuna yer vermişler? Böyle bir soruya neden gerek duyulmuş?”
Kısa bir sessizlikten sonra;
- “Benim damadım da Çerkes ama o hiç de sizin gibi düşünmüyor.”
- “Olabilir efendim, benim gibi düşünmesi de şart değil. “Anadili nedir?”
sorusunu da ben basmadım formlara. Türkiye İstatistik Kurumu bastı ve sordu. Vatandaş
da yanıtını verdi.”
Nüfus müdürünün artık söyleyecek bir sözü kalmamıştı. Ortam
iyice gerilmişti.
-“Ne haliniz varsa görün” diyerek, sayım evraklarını
masasına vurarak kapıyı çarptım ve çıktım.
Benden sonra ne yaptılar bilmiyorum. Formları silip yeniden
doldurmuş olabilirler, çünkü o yıllarda sayım formları
kurşun kalemle dolduruluyordu.
***
Bir çoğunuz bu öyküyü neden anlattığımı merak etmeye
başlamışsınızdır. O halde bağlayayım.
Geçmiş yıllarda nüfus sayımlarında anadili sorusu sorulur ama anadili Türkçe’den
farklı olanlar bu soruya Çerkesce, Kürtce, Gürcüce, Lazca, Pomakca gibi
yanıtlar veremezdi. Çünkü halklar üzerinde ulus devletin baskısı vardı. Fişlenmek
gibi bir korku hakimdi. O nedenle, Türkiye’de yaşayan halkların nüfusu hiç bir
zaman gerçek şekilde saptanamadı.
Anadili sorusunu ancak Çerkes kökenli, belki Kürt, belki Gürcü, belki Laz
kökenli bir sayım memuru doğru algılayabilirdi, öyle de oldu. Sayım için
girdiğim bütün Çerkes ailelerinin, hane halkı reisi Çerkes ve Çerkesce
biliyorsa, ailenin bütün bireylerinin anadillerini Çerkesce yazdım. Kötü de
yapmadım. Köyde kimliklerini gizleyen bütün Çerkesleri açığa çıkardım. Ama
devletin nüfus müdürünün şiddetli tepkisini aldım, belki devleti de çok
kızdırdım. Nedendir bilmiyorum ama daha sonra konuyla ilgili hiç bir tepki
almadım. Oysa 12 Eylül 1980 askeri yönetimi henüz bir aylıktı ve çok da keyfi
baskılar uygulayabiliyordu.
***
Türkiye’de yaşayan Çerkesler, yıllarca çeşitli nedenlerle, hem resmi, hem de
mahalli sosyal baskı altında oldu. Kimliklerini gizlemek zorunda kaldılar. Seslerini
çıkarmayarak, özgürlükleri kısıtlayan resmi ideolojinin yerleşmesine istemeyerek
de olsa katkı sağladılar. Bunu yaparken belki de kendilerine göre haklıydılar. Sürgün
ve soykırıma uğramış bir halkın çocukları olarak, kurtuluşuna büyük katkı
verdikleri ülkede rahat değildiler.
Başta Çerkes Ethem olayı olmak üzere, tarih sahnesinde aldıkları rollerden
dolayı hain Çerkes sıfatı yakıştırması, bu talihsiz halkı
derinden etkiliyordu. Gizlenmeyi, ses çıkarmamayı, daha akılcı bir yol olarak
görüyorlardı. Çünkü gelecek kuşakların aynı acılarla, sürgünlerle, kıyımlarla
karşı karşıya kalmasını istemiyorlardı.
Ancak, bu tutum ve davranış daha vahim sonuçlar
getirdi. Çerkes halkının yüzde sekseni dilini yitirdi. Sosyal, kültürel yönden
asimilasyona uğradı. Geçmiş köklerinden koptu ve başkalaştı. Şimdi bir avuç
duyarlı insan yok olmanın ve tarih sahnesinden silinmenin endişesiyle mücadele
ediyor. Ama halkımız hala tedirginlikten, edilgenlikten kurtulamadı. Halk
olmadan da hiç bir mücadele başarıya ulaşamaz.
Çerkes Hakları İnisiyatifi’nin çeşitli zamanlarda yaptığı eylemlerde ortaya
koyduğu taleplerine bakıyorum, bence hepsi yerinde ve haklı. Bu talep ve
isteklerin hiç birisine, hiç bir Çerkesin hayır demesi mümkün değil. Sıralamak
gerekirse:
1- Anadili eğitimi.
2- 24 saat yayın yapan radyo ve televizyon.
3- Kapatılan Çerkes okullarının açılması.
4- Kaldırılan yer ve bölge adlarının yeniden verilmesi… gibi
Çeşitli endişe ve nedenlerle bu haklı taleplerin arkasında durmamak, destek
vermemek, Çerkes halkına, gelecek nesillerimize yapılacak bir haksızlık, hatta
ihanettir.
Benzeri istek ve talepleri dillendirecek oluşumlara
destek vermek, ya da bu oluşumların desteğini almak da her Çerkes’in görevi
olmalıdır.
Artık gizlenmenin, mevcut şartları kabullenmenin Çerkes halkına yararı yoktur.
Hak istemenin, meydanlara dökülmenin zamanı gelmiş, geçmektedir.
İçinde bulunulan durumu kabullenmek, çok yakın zamanda dil, kültür, kimlik
ve ulusal varlık olarak tamamen yok oluşu getirecektir.
Zaman gizlenme, sessiz kalma zamanı değil, daha çok
mücadele etme, sesini tüm dünyaya duyurma zamanıdır.
Zaman isteklerimizi, arzularımızı, haklarımızı, halkımızı
görünür kılma zamanıdır.
Zaman miting alanlarını, meydanları doldurma, siyasi
arenada yerini alma zamanıdır.
Kimine göre 3 milyon, kimine göre 5 milyon, kimine
göre 7 milyon Çerkes’in yaşadığı bu ülkede, miting alanlarını ve meydanları
doldurarak tam nüfus sayımı yaptırma zamanıdır.
Ben inanıyorum ki; uzun zaman baskı altında tutulmuş, hain
Çerkes damgasıyla yaşamaya mahkum edilmiş bu güzel halkın sessiz kalan ezici
çoğunluğunun en derin istek ve arzusu da budur.
Çünkü bu ülkede yaşayan Çerkeslerin sayısı sadece 500 değildir.