• https://www.facebook.com/%C3%87erkes-Haklari-Inisiyatifi-1720870914808523/
  • https://twitter.com/CerkesHaklari
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi4
Bugün Toplam195
Toplam Ziyaret988456
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.429932.5599
Euro34.801134.9406
Semerkew
Kenan Kaplan
meretukokenan@hotmail.com
Anadilini Kaybetmek
11/12/2011

Anadilini kaybetmek üzere olan bir halk olarak anadilini kaybetmenin ne anlama geldiğini çok iyi bilmemiz, yol açacağı sonuçları derinlemesine analiz etmemiz gerekiyor
Geçenlerde Bünyamin Durali'nin '' Eleştirel Denemeler '' isimli yazisını okudum. Sayın Durali bu eleştirel denemelerine  ''TÜRKÇEMİZE KIYMAYIN EFENDİLER '' diye başlıyor. Ben de bu yazının altına, başlığı '' ÇERKESCE'MİZE KIYMAYIN EFENDİLER '' şeklinde değiştirmek kaydıyla imzamı atıyorum.
Bakın sayın Durali ne diyor:  

'' Milletler, halklar, bireyler, her şeyden önce anadilleriyle millet, halk ve birey olmaya hak kazanırlar. Anadiline titizlenmeyen; Anadilinin temizliğine, dinçliğine, yaratıcılığına önem vermeyen; Anadilinin musikisine, ses ve anlam güzelliğine, mimarisine, ifadelendirme gücüne vurgun olmayan; Anadilinin imkânlarına dayanarak kederlenmeyen ve sevinmeyen milletler, halklar ve bireyler, emperyalist ve sömürgecilerin elinde oyuncak olmaya, aşağılanmaya, horlanmaya, zillet içinde yaşamaya mahkumdurlar. İki kez ikinin dört ettiği kadar kesin bir doğrudur bu. İyi şairlerimizin önde gelenlerinden Fazıl Hüsnü Dağlarca, anadili için: “Türkçe’m benim ses bayrağım”, Cemal Süreya: “Ağzımda annemin sütü” derken, bu mutlak ve şaşmaz doğruyu vurgulamışlardır. Anadilimize gereken özeni, duyarlığı göstermediğimizde; Anadilimizin bize bahşettiği zenginliklerin farkında olmadığımızda; tarihsel, toplumsal, kültürel bakımlardan çoraklaşmış; duygu ve düşünme olanaklarımızı yitirmiş; kimliğimizin ve kişiliğimizin pespayeleşmesine göz yummuş oluruz. Bütün bu sonuçlar kaçınılmaz olarak, tarih sahnesinden silinmekle, “yok olmak”la karşı karşıya bırakır bizi. İnsanlığımızdan çıkarır. Kendimize duyduğumuz saygının büsbütün yitmesine, insani değerlerin hepsinden soyunmamıza, önü alınamaz bir yozlaşmanın girdaplarında çoğalan çürümelere, kokuşmalara yol açar. Köleleştirir açıkçası, Cengiz Aytmatov’un dediğince: mankurtlaştırır!

Anadili bilincinden yoksun milletler, halklar ve bireyler, öyküntücüdürler, maymunsu niteliklere bürünür, kılıktan kılığa girerler; kendi olmaktan, kendi gibi davranmaktan âdeta utanırlar; taklit ettikleri gibi olmaya, onlara benzemeye can atarlar. Onlar gibi olma özentisi sergilerken de, gülünçleşirler enikonu. Ne yapsalar, onlar gibi olamazlar da, o yüzden gülünçleşirler, maskaraya dönerler. Öyle ya, bir şeyin aslı varken, kopyasına kim rağbet eder? Kendinden, dilinden tiksinen kişiyi, kim ne etsin? İnsanca ilişkinin olmazsa olmazı, karşılıklı saygı ve sevgidir her şeyden önce. Sen balçık çukurunda tepineceksin, ben de sana saygı/sevgi duyacağım, olur mu hiç? Beni de çekersin o pislik kumkumasının içine, kendinle birlikte beni de perperişan edersin sonra! Peki, kendimizi rezil-rüsvay etmişiz, birbirimizi nasıl onaracağız, nasıl ilerleteceğiz?

Anadil bilincinden mahrumiyet, sadece dille, tarihsel ve kültürel bileşenlerle ilişkili bir yok-olmayı getirmekle kalmaz; ekonomik bağımlılığı pekiştirici bir faciayı da getirir beraberinde. Anadil, bağımsız yaşayabilme sevincinin ve bilincinin temel dinamosudur. Bu dinamonun işlevsizliği, milletin, halkın ve tek tek bireylerin “var olma” gerekçelerini geçersizleştirir. Onları, egemen güçlere teslimiyetçiliğin bataklığına sürükler. Gelinen bu noktada, dilsizlik artık o egemen odağın hükümranlığının uzantısı olup çıkmıştır. Egemen odak izin verdiği ölçüde konuşacak/susacaksın, gülecek/ağlayacaksın, düşünecek/düşünmeyeceksin. Egemen odağın onayladığı kadarıyla barınacak/beslenecek/giyineceksin. Dil’in yok senin; İnsan değilsin! İnsan olmak, kendi kaderini kendin belirlemenle mümkün.

İnsanın anadili, insanı insan eden en temel varlık-alanı olarak, bu düzeyde değerli ve önemliyken, ne yazık ki, milletimiz, halkımız, tek tek insanlarımız, insanı kahrından öldürecek kertede bunun farkında değil. Güzelim Türkçe’miz, üvey evlât muamelesi bile görmüyor, kaç zamandır. Türkülerimiz, şarkılarımız, deyimlerimiz, atasözlerimiz, cümlelerimiz, sözcüklerimiz paçavraya döndürüldü. Türkçe-Edebiyat derslerimiz, birtakım gevezeliklerin yapıldığı, işlensin de nasıl işlenirse işlensin havasında dersler olarak görülüyor. Dilinin inceliklerine hassasiyetle davrananlara, kültür budalası entel-danteller gözüyle bakılıyor. Alışveriş merkezlerinin, mağazaların, marketlerin, hattâ köy bakkallarının, mahalle kahvehanelerinin adları, tabelâları, duyarlı kişiyi istifra ettirmeye yetecek artacak kadar iğrenç yabancılaşma örnekleriyle dolu. Dil kirlenmesi, deyip geçiştirilemez yaşadıklarımız; onu fersah fersah aşan “şizofrenik bir kültürsüzleş(tiril)me”yle, devâsâ bir “uygarlık yitimi”yle kucak kucağayız. Yüzyıllarca didinsek, geri getiremeyiz kaybettiklerimizi. Yarı İngilizce, çeyrek Türkçe, aralara yer yer Fransızca, İtalyanca serpiştirilmiş bulamaç gibi bir dil heyulası, almış başını gidiyor ve biz dört iklim yedi kıtaya hükmetmiş bir medeniyetin vârisleri olarak, bundan hicâp duymuyoruz hiç; hicâp duymadığımız gibi gururlanıyoruz bile; batılılaşıyor, çağdaşlaşıyormuşuz! İnternetle yaygınlaşan, ortalığı kısa zamanda kanserli hücreler gibi kuşatan bir “Google Dili” hızla Türkçe’nin yerini alıyor; nick’lerden, link’lerden, sörf’lerden göz gözü görmüyor: küreselleşiyormuşuz, af edersiniz globalleşiyoruz yâni!

Yazıktır, ayıptır, günahtır; Anadiline, kendi kültürel özvarlığına, estetik kaliteye, tarihsel mozaiğine, bu denli yüksek perdeden hakaret eden, kendini inkâr etmek için elinden geleni ardına koymayan başka kaç millet vardır acaba?

Ablamın bir kızı var, Amerikan Dili ve Edebiyatı çıkışlı. Garibim ablam, kızıyla övünecek ya, "Bizim Simge, İngilizce'yi Türkçe'den güzel konuşuyor" der durur, öteden beri. Dipsiz palavra! Ablam, dipsiz palavra atmak için söylemez bunu, dediğine hakikaten inanır. İnandığından öyle konuşur. Tabii, böyle bir cümle sarf etmekle, anadilini nasıl küçümsediğinin, kültürel zenginliğimizi nasıl görmezden geldiğinin, daha acısı kendi kendine nasıl küfrettiğinin, yemin billâh olsun ayrımında değil! Sömürgen-Alafranga Medeniyeti'ni nasıl yücelttiğinin, gırtlağına dek Batı mukallitliğine battığının da! Kendini bilse, yalapşap konuşabilir mi, böylesine fütursuzca? Simge'nin İngilizce'yi Türkçe'den güzel konuştuğunu farz edelim bir süreliğine. O vakit, O'nun anadili İngilizce olmak gerekmez mi? Kimliğini yadsımış, benliğini öldürmüş sayılmaz mı öyleyse? Şurası kesin: İnsan, anadiliyle düşünür, duygulanır. İkinci, üçüncü diller (yabancı diller), olsa olsa, anadili ağacının yaprakları, o yaprakların damarları rolündedirler. O kadar işte! Ağacın gövdesi olmaya kalkışırlarsa, kıyamet kopar. Ten (deri) kalır ama, Tin (dil, ruh) gider. Ne yapalım ki, bukalemunların da derisi var.

Kadın, rektör. "Benim üniversitemde 25 tane profesörüm var" diye esip gürlüyor, bir tv kanalında. O profesörler onun taşınmazı mı bilemem; "üniversitem! profesörüm!" dediğine göre, üzerlerinde bir ucundan mülkiyet hakkı olmalı sanki! Geleneksel-Sosyolojik genetiğimizde kodlanmıştır da, oradan biliyorum. Bizim bürokratlar, özellikle üst düzey devlet kademelerindeki memurlar, içgüdüsel ve ırsi reflekslerle harekete geçer ve devleti kartal pençeleriyle sahipleniverirler hemen. Devleti sahiplenirken, milleti de hacamat ederler tabii! Yok canım, kötü niyetlerinden değil; yakasını-paçasını bir türlü toplayamayan millete, nizam-intizam verme sevdâsından! Toplum mühendisliği ruhu taşımak, böyle birşey! Neyse ne, nereden seğirttik buraya, konumuz bu değil ki! Fakat insan, hele bir üniversite yöneticisi ise, bu kadar rehavetle, "elimde beş tane patatesim kaldı" bile diyemez. Hâlihazırda elimde olduğuna göre, benim oldukları anlaşılıyor zaten. Ayrıca, "beş tane patates" demek de, lâf kalabalığından başka birşey değil; "beş patates" yeterince açıklayıcı. Demek neymiş: "Üniversitemizde yirmibeş profesör var" dersiniz, olur biter. Söylersem, haddimi aşmış olur muyum, diye ikircimleniyorum: Sayısı, miktarı belirtilenler, canlı varlık(lar)sa şayet, hele insan(lar)sa, ifadede "tane" kavramı yer almaz. Bir rektör için az kusur sayılmamalı, bunu bilmemek. Biliyor da uygulamıyorsa, o vakit daha da kusurludur.

Üniversite öğrencisi bir genç kız, hem de Edebiyat fakültesinde; “kal geldim” diyor, hiç sıkılmadan “oha falan oldum” diyor. “Donakaldım” demek istiyor aslında, “şaşırdım kaldım” demek istiyor. Demiyor ama, diyemiyor. Aklını da, ruhunu da yitirmiş, nasıl varsıl bir tarihin ve coğrafyanın üstünde oturduğunu bilmiyor; fukaralığı bundan!

Bir başkası, Felsefe bölümünden 25 yıl önce mezun olmuş, yılların lise öğretmeni, dört şiir kitabının altına imzasını atmış; gelgelelim, konuşma sonrası telefonu kapatırken, her seferinde, “bay bay” diyor da, başka bir şey demiyor. “Hoşça kal, sağlıcakla kal, Allahaısmarladık” gibi güzelliklerin köküne kıran mı girdi, n’oldu? Aynı arkadaş, katiyen “tahminimce, aşağı-yukarı, muhtemelen, bir olasılıkla, bir ihtimal.”filan demez; ille de “atıyorum”. At bakalım, nereye kadar! “Saat 1 sularında, 1 civarında, yaklaşık saat 1’de” de gelmez; her koşulda “1 gibi” gelir, dimdik, kazık gibi!

Allahın sevgili kullarından bir diğeri, Hukuk "kıraat etmiş" zamanında, roman yazıyor, hikâyeleri de var; “olayın bir de back raundu var”mış. Ben bilmem, O öyle diyor. Peki, “olayın arkaplanı var” dese olmaz mı? Olmaz, cafcaflı konuşmak varken, sâdelik neyin nesi!..

(İnsan, ister-istemez üzülüyor bu arkadaşlara! Yazarken gösterdikleri beğeni inceliğini, güncel yaşamlarında neden esirgerler ki dillerinden? Edebiyat derebeylerinin koltuk değneklerine tutuna tutuna, "ben şairim, ben romancıyım." havalarında ortalığı toza-dumana katan nice düzmece yazar, bu arkadaşlardan ikisinin de eline su dökemez oysa!)

Adam, 70'ini çoktan devirmiş, asla ve kat'a şaşkına dönmüyor, nereden kapmışsa kapmış bu yaşında, "hayret bişey"i yaşıyor mütemadiyen, yaşamak denirse buna!

Diyesim: Yozlaşmanın envayi çeşidi. Neresinden bakarsanız bakın, insanın içini karartan bir tablo... Yukarıda, genelde okumuş-yazmışların dilinden örnekler sundum. Okumuş yazmışlar böyleyse, okumaz-yazmazlar nasıldır, orasını varın siz düşünün artık. Düşünmeye ne hacet, sokağa- çarşıya çıktığınızda, bakkala-çakkala gittiğinizde, konu komşuya vardığınızda, şöyle bir kulak kesilin ortalık yerde dönenen lâflara. Yolculuklarda, kulağınızın dibinde bütün mahremiyetini ifşâ ediveren cep telefonu görgüsüzlerinin konuştuklarına azıcık dikkat edin, vahametin boyutlarını çok yakıcı bir ıstırapla kavrayacaksınız zaten.

Dert, deştikçe azgınlaşıyor. Burada kesmeliyim bu yakınmayı, kesmezsem, bunalımım derinleşecek. Başka günlerde bol bol örneklerle dolduracağım nasılsa yazılarımı. Şimdilik yeter.

Yeter de, Türkçe’mize daha fazla kıymayın efendiler. ''

 
Evet, Çerkes Halkının, adı Türkiye olan, anadili ve eğitim dili Türkçe olan bir ülkede bir Türk olan Sayın Durali'nin anlatmak istediklerini çok iyi kavraması gerekiyor. Evet,azınlık olarak biz Çerkesler bu yazının ışığında dilimizi kaybedersek neleri kaybetmiş olacağımızı tekrar tekrar düşünmek ve bir karar vermek zorundayız: TAMAM MI,  DEVAM MI ?
Son söz:  ''ÇERKESCEMİZE KIYMAYIN EFENDİLER !''



3054 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Ana Dilimiz     11/12/2011 22:12

Maalesef çocuklarımıza dil sevgisini kazandıramıyoruz.Ana babası çerkes olan bir gencin en azından birkaç kelime veya cümle bilmesi güzel olmaz mı?Bir arkadaşım yeni tanıştığı bir thamadeye kendisinin de adiğe olduğunu söylemiş.Thamade çerkesce bilip bilmediğini sormuş. O da hiç bilmiyorum,demiş. Bir kelime olsun bilmiyor musun? diye ısrar edince utanarak‘çıdı’ yı biliyorum ,demiş. Bizim çocukların da aynı duruma düşmemesi için biz büyüklerin daha gayretli olması gerekmez mi? Devlet bize TV de verse çocuklarımıza Adige programlarını zor seyrettiririz diye karamsar oluyorum bazen.
aydın candemir

Yazarın diğer yazıları

ÇERKESLERİN VAROLUŞ MÜCADELESİ - 24/01/2022
Devletimiz, Çerkeslerin varlıklarını yaşatmak, geleceğe taşımak ve atavatanlarına sahip çıkabilmek adına farklı arayışlar içine girmelerine yol açabilecek bir duyarsızlık içinde olmamalıdır.
Çerkes Soykırımının 150. Yılında “Asimilasyona Hayır” Diyen Çerkesler ÇDP’yle “Biz de Varız” Diyecek - 01/06/2014
İnanıyoruz ki hayalini kurduğumuz geleceğin Türkiye’sinde Çerkes Halkı ve ÇDP belirleyici unsurlar olacaklardır.
Sevgili Faruk Dok, - 14/04/2014
Son telefon görüşmemizde, “Çerkesleri dilinden, kültüründen, kimliğinden, tarihinden, anavatanından soyutlamayı amaçlayan, Çerkes Halkına iradesi dışında başkalarınca belirlenen, sınırları çizilmiş bir yaşam tarzını kabullenemiyorum” demiştin.
Sayın Süleyman Soylu, - 02/02/2014
Bundan sonra da bu görmezden gelme tavrı devam edecek olursa Türkiye'nin en büyük üçüncü etnik unsuru olan Çerkes Halkı’nın politik tercihlerinin de buna göre şekilleneceğinin bilinmesi gerekiyor.
Kimliğimizi Ne Cemaatlere, Ne De Başka Bir Etnik Kimliğe Feda Etmeyeceğiz! - 15/01/2014
Çerkes Halkı; kendi dili, kültürü, kimliğiyle eşit vatandaş olmak, varlığını geleceğe taşımak istiyorsa Türkiye’de ki en büyük üçüncü etnik unsur olarak siyasal gücünün farkına varmalıdır.
Çoğulcu Demokrasi Hareketi - 20/11/2013
Çerkes Halkının kendine olan inancı ve geleceğine olan güveni tamdır. Halkımız geleceğin Türkiye’sinde kendi dili, kültürü ve kimliği ile eşit vatandaşlar olarak yaşama iradesini ortaya koymuştur.
Toplumsal Hastalıklarımız - 11/11/2013
Çerkes halkının gerçek evlatları artık inisiyatifi ele almalıdır. Umudumuz ve geleceğimizi inşa edecek olanlar onlardır.
Demokratik Açılım Paketi Çerkeslere Ne Diyor? - 02/10/2013
Açıkça görülüyor ki; devlet ve siyasi iktidar, varlıklarının ve taleplerinin mücadelesini verenleri muhatap alıyor ve haklarını veriyor; varlık mücadelesi vermeyenleri ve talep etmeyenleri Türk sayıyor, yok sayıyor.
Sayın Başbakan’a Duyurulur ! Çerkeslerin de Demokratikleşme Paketinden Beklentileri Var. - 27/09/2013
Ama artık Çerkes halkı, siyasal yaşamda kendisini temsil edecek bir yapı ortaya çıkarabilecek siyasal bilince ve olgunluğa erişmiştir. En kısa zamanda organize olmak ve göz ardı edilen hassasiyetlerini siyasal platformlara kendisi taşımak zorundadır.
 Devamı
adigebze I-II
Nükte!

KISSADAN HİSSE

-Moğollar Buhara’yı kuşattıklarında, uzun süre şehri teslim alamadılar. Cengiz Han Buhara halkına bir haber gönderdi: Silahlarını bırakıp bize teslim olanlar güven içinde olacaklar, ama bize direnenlere asla eman vermeyeceğiz.

-Müslümanlar İki gurup oldu: Bir gurup; asla teslim olmayalım, ölürsek şehit, kalırsak Gazi olur, Şeref’imizle yaşarız dediler. Öbür gurup ise; kan dökülmesine sebep olmayalım, sulh iyidir, hem silah, hem de sayı olarak onlardan azız, gücümüz onlara yetmez, dediler ve teslim oldular.

-Cengiz Han, silah bırakanlara; teslim olmayanlara karşı bize yardımcı olun, galib geldiğimizde şehrin yönetimini size bırakalım dedi. Böylece İki müslüman gurup savaşmaya başladılar. Moğollar’ın da yardımı ile, teslim olanlar galib geldi. Savaştan sonra Cengiz Han teslim olanların silahlarının alınmasını ve kafalarının kesilmesini emretti. Sonra meşhur sözünü söyledi: “Eğer güvenilir olsalardı, bizim için kardeşleri ile savaşmazlardı. Kardeşlerine bunu yapanlar, yarın da bize yapar.”

 

Site İçi Arama

 

Google Site

 

Üyelik Girişi