• https://www.facebook.com/%C3%87erkes-Haklari-Inisiyatifi-1720870914808523/
  • https://twitter.com/CerkesHaklari
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi2
Bugün Toplam98
Toplam Ziyaret979183
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.237032.3662
Euro34.794534.9339
Semerkew
Erol Karayel
erolkarayel26@gmail.com
Düşmanı Tanımak; Soykırımı Tanımak
28/11/2011
Gürcistan devleti son birkaç yıldır Çerkesler'in nabız atışlarını hızlandıran çalışmalar sergiliyor.

Bu heyecan veren çalışmaları yapan merkez, yaraları henüz kapanmamış katliamların sorumluluğunu üzerinde taşıyan Tiflis olunca, doğal olarak “neden?” diye sormadan edemiyoruz.

Çinli General ve Askeri Teorisyen Sun Tzu'nun “düşman” ve “bilmek” üzerine güzel bir sözü var :
"Eğer kendini ve düşmanı biliyorsan bütün savaşları kazanırsın;
Eğer kendini biliyor, düşmanı bilmiyorsan birini kazanır diğerini kaybedersin; Eğer kendini ve düşmanını bilmiyorsan bütün savaşları kaybedersin.” (Savaş Sanatı)

Bu yüzden, ellerinde hala kardeşlerimizin kanını taşıyan, hala saldırmazlık anlaşması imzalamayan, dolayısıyla “düşman” konumunda bulunan bir ülkenin yöneticilerinin yaptıkları “şirinlikleri”, içeriğini bilip anlamadan sorgusuz sualsiz kabul etmemiz mümkün değildir.

***

Bir kere bildiğimiz bir gerçek var: Bu girişimler Gürcistan yöneticilerinin kendi inisiyatifleri ile geliştirdikleri çalışmalar değildir. Gürcistan'ın yürüttüğü projelerin arkasında ABD vardır ve bu zaten saklanmamaktadır.

Öyleyse bu, Gürcistan'ın atraksiyonlarını anlamlandırabilmek için önce Washington'un Kafkasya'ya olan ilgisini anlamamız gerekiyor demektir.

Şu bir gerçek ki, Amerika'nın kurduğu küresel sömürü düzenini “verimli ve güvenli bir şekilde” devam ettirebilmesi için güçlü bir Kafkasya ayağına ihtiyacı vardır. Çünkü Kafkasya ABD için, hem Rusya ve İran gibi karşısında gördüğü iki gücü, hem bölgenin yer altı zenginliklerini, hem de küresel pazarlara çıkış yollarını kontrol edebileceği kilit bir coğrafyadır.

Süreci biraz geriden alarak günümüze kadar izlersek tabloyu daha net görebilmemiz mümkün olacaktır.

***

Daha önceki bir yazımda, 1997 yılında oluşturulan 'Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi” (PNAC)'den bahsetmiş, amacının "Amerikanın küresel liderliğini desteklemek" olarak deklare edildiğini1 yazmıştım.

Projeden hemen sonra “Yeni yüzyıl için strateji, güçler ve kaynaklar” adlı bir rapor kaleme alındığını ve bu raporun 2000 yılından itibaren Amerika'nın resmi politikası haline geldiğini, PNAC'ca yapılan stratejik analizlerde 21. yüzyılın “Amerikan yüzyılı” olmasının öngörüldüğünü, bunun gerek şartının da “dünya enerji havzalarının kontrol edilmesi” olarak belirlendiğini ifade ederek, dünyanın en zengin enerji yataklarını da Ortadoğu, Hazar ve Orta Asya olarak sıralamış; bu merkezce yazılan raporlarda “Projenin hayata geçirilebilmesi için Amerika'nın yeni Pearl Harbor'lara 2 ihtiyacı var” denildiğini de ayrıca kaydetmiştim.

PNAC ABD'nin devlet politikası haline getirildikten sonra ise şunlar oldu:

- Strasbourg’daki AB Parlamentosu'nda ikili görüşmelerde bulunarak Taliban yönetiminin devrilmesi konusunda” Avrupa’dan destek talep eden Ahmet Şah Mesut, bu görüşmeden iki ay sonra 9 Eylül 2001 tarihinde gazeteci kılığındaki suikastçılar tarafından öldürüldü.

- Bu suikastten sadece iki gün sonra 11 Eylül 2001’de beklenen “Pearl Harbor” muadili saldırı gerçekleşti ve ABD’nin New York ve Washington kentlerinde iş kulelerine gerçekleşen saldırılarda 3 binin üzerinde insan öldü. Bu saldırı, ABD’ye istediği fırsatı verdi ve Afganistan’ın birinci hedef haline gelmesine yol açtı. ABD Başkanı George Bush, saldırıyı El Kaide örgütünün gerçekleştirdiğine dair ellerinde kanıtlar olduğunu söyleyerek Usame bin Ladin'i istedi. Taliban’ın ABD’ye verdiği red yanıtı, beklenen saldırının gerekçesini teşkil etti. ABD 7 Ekim 2001 tarihinde “Afganistan’a Sınırsız Özgürlük” adını verdiği hava taarruzunu başlattı. Buradaki asıl hedef tabii ki Afganistan üzerinden Orta Asya enerji kaynaklarına uzanmaktı.

- Ardından atılan ikinci adımda ise Orta Doğu hedef alındı. Suudlar, emirlikler zaten kontrol altında olduğu için namlular Irak ve İran'a çevrildi. ABD ve Britanya hükümetleri, Irak'ın kitle imha silahlarına sahip olduğu -ki sonradan bu iddianın boş olduğu görüldü- ve bu silahların koalisyon ülkeleri başta olmak üzere bir çok ülkenin güvenliğini ciddi şekilde tehdit ettiği iddiasını ortaya atarak, 20 Mart 2003'de müttefikleriyle birlikte bu sefer Irak'ı Özgürleştirme Operasyonu” adını verdikleri bir harekâtla Irak'a girdi.

Böylece Orta Doğu'nun en zengin enerji yataklarının önemli bir parçası daha ABD'nin kontrolüne geçmiş oldu.

- ABD Ortadoğu'daki yeni hedefini, İran'daki enerji havzalarını kontrol altına almak olarak belirledi. Onun içindir ki İran, her vesileyle üzerindeki baskı artırılıp, uluslararası arenada yalnızlaştırarak diz çöktürülmeye çalışılıyor.

- Bu arada ABD, Hazar'ı, yani Kafkasya bölgesini kontrol altına alırsa İran'ı da daha rahat diz çöktürebileceğini gördü ve gözünü Kafkasya'ya dikti. Kafkasya bölgesinde kuracağı bir kontrolle hem hedeflediği bir bölgeye hakim olmuş olacak; hem de direnen İran'ı bütün cephelerden çevreleyerek bloke edip düşürmüş olacaktı.

Yani bir taşla iki kuş...

Amerika'nın Kafkasya'ya yönelik hamlelerinin ana sebebi budur; yani enerji havzalarını kontrol altına almak. Tabii bunu yaparken “cambaza bak” taktiği ile enerji yataklarından filan hiç bahsetmeyip, saldırdığı ülkelere “özgürlük götürmekten” bahsediyor.

YENİ ABD POLİTİKALARI

ABD'nin Kafkasya'ya 11 Eylül 2001'den itibaren yoğunlaşan ilgisi hem Gürcü askerlere eğitim vermek, hibeler vermek gibi devletin fiili icraatlarıyla; hem de STK görünümlü kurumların (JTF gibi) faaliyetleri üzerinden ete kemiğe büründürüldü. Nitekim bugün artık aşikardır ki, Kafkasya'da yönetimin ağır baskısına muhatap olan ve yaşamı tehdit altına giren Fatima Tilisova'nın içinde bulunduğu sıkışık durumdan istifade edilmiş, bu projelerde kullanılmak üzere Amerika'ya götürülmüştür.

***

Ancak, ABD bu politikalarını fazla sürdüremedi. O dönemde Beyazsaray'ı elinde bulunduran Bush yönetimindeki Cumhuriyetçilerin Kafkasya politikaları, 8 Ağustos 2008'de Saakaşvili'nin “Bush abisi” gibi “Özgürlük götürüyorum” sloganıyla Güney Osetya'ya saldırması ve ardından Rusya'nın savaşa müdahil olması sonucu Rus tanklarının paletleri altında ezilerek yok olup gitti.

***

Ve daha 8 Ağustos savaşının dumanı dağılmadan ABD'de başkanlık seçimleri yapıldı. 22 Ocak 2009'da Barak Obama liderliğindeki demokratlar ABD yönetimini devraldı. Obama'dan sonra ABD'nin Kafkasya politikaları şekilsel olarak değişikliğe uğradı. Nitekim bu politika değişikliği Obama'nın 22 Temmuz 2009’da Moskova'ya yaptığı ziyaret sonrasında Başkan Yardımcısı Joe Biden tarafından deklare edilmiştir. Bilindiği gibi Biden, ABD'nin Moskova’nın kırmızı çizgilerine dokunmayacağını, Kafkasya’da da mevcut konumunu muhafaza etmekle yetineceğini söylemişti.

***

ABD bu aşamadan sonra bölgesel çalışmalarını STK'lar(!) aracılığıyla yürütmeye başladı. Tiflis'i merkez seçerek oyunu tamamen Kuzey Kafkasya halkları ve diasporası üzerinden kurdu.

ABD'nin hedefi, Çerkesler üzerinden Rusya Federasyonu'nun Güney sınırlarını oluşturan Kuzey Kafkasya'yı hareketlendirerek istikrarsızlaştırmak, oluşacak kaos ortamında Hazar Bölgesi enerji kaynaklarını hegemonyasına dahil etmektir.

Bu senaryonun baş aktörlüğü de Gürcistan'a verildi.

Ancak senaryo yazılırken, canla başla oynaması için baş aktörün beklentileri de dikkate alındı. Baş aktör Gürcistan'ın beklentisi ise malum: Abhazya ve Güney Osetya'nın tekrar Tiflis'in güdümüne sokulması.

***

...VE ESAS OĞLAN SAHNEDE

Öncelikle Abhazya ve Güney Osetya'nın diaspora desteğinin kesilerek, dış dünyada yalnızlaştırılması planı devreye sokuldu.

Bunun için Şubat 2010'da Gürcistan Parlamento Başkanı David Bakradze Türkiye'ye bir çalışma ziyaretinde bulundu. Bakradze bu ziyaretinde Türk tarafına, Gürcü, Abhaz ve Oset halk temsilcilerini bir araya getirecek bir seri projeyi hayata geçirme önerisinde bulundu.

Peşinden, Gürcistan Parlamentosu basın merkezinden bir açıklama yapılarak Gürcistan Hükümeti tarafından kabul edilen stratejik plana göre öncelikle Türkiye'de yaşayan Abhaz diasporası ile diyalog kurulacağı duyuruldu.

Yine aynı tarihte Gürcistan'ın entegrasyondan sorumlu Yahudi3 asıllı Devlet Bakanı Temur Yakobaşvili, Civil.ge internet portalına yaptığı açıklamada, “Türkiye'de yaşayan Abhaz diasporasının Gürcistan’a karşı kararlı bir duruşları var. Bizim onlar üzerine ciddi çalışmamız lazım" diyerek baklayı ağzından çıkardı.

Bu planla Güney Osetya ve özellikle Abhazya yönetimi üzerinde diaspora üzerinden baskı oluşturulması ve diasporayla aralarında mümkün mertebe “yarıklar” meydana getirilmesi hedefleniyordu.

***

Bu sözlerin üzerinden bir ay geçmeden Mart 2010'da ilk somut adım atıldı. Tiflis'te, ABD'de faaliyet gösteren Çerkes dernekleri, ABD'deki Jamestown Vakfı ve Tiflis Kafkas Enstitüsü tarafından ortaklaşa olarak "Gizlenen suç ve devamı: Kafkasların dünü ve geleceği" konulu bir konferans düzenlendi. Yalnız -çok uğraşılmasına rağmen- bu toplantıya diasporadan Abhaz kökenli kimseyi götüremediler. Adige kökenli hemşehrilerimizden dar bir katılımla yetinmek zorunda kaldılar.

Konferansın ardından, Gürcistan Parlamentosu'na gönderdikleri "Çarlık Rusyası'nın yaptığı Çerkes Soykırımı tanıyın" tasarısıyla ise Çerkes halkının “sinir uçlarına” dokunmayı ve Çerkes dünyasının dikkatini üzerlerine çekmeyi başardılar.

***

Sonraki adımda Gürcistan Cumhurbaşkanı Saakashvili 11 Ekim 2010 tarihinde Rusya Federasyonu'na bağlı Kuzey Kafkasya Cumhuriyetleri Dağıstan, Çeçenistan, İnguşetya, Kuzey Osetya, Kabardey-Balkar, Karaçay-Çerkes ve Adıgey Cumhuriyeti vatandaşlarının vizesiz olarak 90 gün süreyle Gürcistan'da bulunabileceklerine dair bir kararname imzaladı.

Nitekim alınan bu kararın satır araları Adıgey Cumhuriyeti'ndeki “Çerkes Halkının Milli Geleneklerini Yaşatma” adlı sivil toplum kuruluşu başkanı İlyas Soobtsokov tarafından şöyle okunuyordu: “Bu bir Amerikan projesidir. ABD bu şekilde Kuzey Kafkasya'da ağırlığını artırmaya çalışıyor”.

***

20-21 Kasım 2010 tarihlerinde Tiflis'te, Gürcistan İlia Devlet Üniversitesi ve Amerikan Jamestown Vakfı tarafından organize edilen "Kayıp Milletler, Süregelen Suçlar: Geçmiş ve Gelecek arasında Kuzey Kafkasya" konulu uluslararası konferansın ikincisi gerçekleştirildi. 2 gün süren konferansa içlerinde Cahar Dudayev'in eşi Alla Dudayeva ile Çeçenistan eski Cumhurbaşkanı Aslan Mashadov'un oğlu Anzor Mashadov'un da bulunduğu çok sayıda ülkeden diaspora mensubu, Gürcü politikacılar ve akademisyenler katıldı.

***

... Ve 20 Mayıs 2011'de ise Gürcistan Meclisi sürpriz bir şekilde "Çarlık Rusyası'nın Çerkeslere soykırım uyguladığı" kararını kabul ederek Çerkes dünyasını bir kez daha dalgalandırdı. Sürpriz diyorum, çünkü ben Gürcistan Parlamentosu'nun böyle bir kararı alabileceğini gerçekten beklemiyordum.

2011 Ağustos'u başında da Gürcistan Diaspora Bakanlığı, bu kararı somutlaştırmak için kolları sıvadı ve Gürcistan'da bir “Çerkes Soykırımı Anıtı” yapılması için ödüllü uluslararası bir yarışma başlattığını ilan etti.

***

GELİŞMELER KARŞISINDA ABAZALAR VE ADİGELER'İN TAVRI

Ancak bütün bu süreçler gerek anavatanda, gerek diasporadaki Abazalar'ın Tiflis'e karşı kararlı duruşunda bir gevşeme meydana getiremedi.

Abazalar'ın Gürcüler'e güvenmemesinin pek çok sebebi var.

Bunlardan birisi, 1996 yılında Abhazya'ya karşı Gürcülerin talebiyle başlatılan uluslararası ambargonun -anlamsız bir şekilde- hala devam ediyor olması; ki bu ambargonun sürmesinin sadece Ruslar'ın işine yaradığı bilinmesine rağmen... Ambargoyu delmek içindir ki Abhazlar'ın neredeyse tamamı bugün artık Rus pasaportu sahibi olmuşlardır.

Bir diğer sebep, Gürcistan'ın Cenevre görüşmelerinde hala saldırmazlık anlaşmasını imzalamaya yanaşmıyor olmasıdır. Gürcistan'ın bu anlaşmayı imzalamaması, Abhazlar tarafından, “Demek ki Gürcistan biraz güçlenirse savaş yoluna başvuracak” şeklinde değerlendirilmektedir.

Halbuki Gürcistan sadece bu iki hususta bile pozitif bir tavır ortaya koyup adım atsa, güven problemini önemli ölçüde halledecektir. Üstelik bu iki madde Gürcistan için mevcut fiili durumdan farklı aleyhte ciddi bir yeni sonuç da doğuracak değildir.

Bu sebeptendir ki Gürcistan aldığı bu soykırım kararı ile Adigelere şirin gözükürken; Abazalar'ı hiç etkileyememiştir.

Pek yaygın ve derinliği olmasa da, Gürcistan'ın bu atraksiyonunun diasporada bir takım yüzeysel çatlaklar oluşturduğunu söyleyebiliriz. Gerek Abazaların, gerek Kuzeyli halkların firasetli davranarak bu çatlakların derinleşmesine fırsat vermemeleri lazımdır.

Bunun için de öncelikle herkesin duygusallığı bir kenara bırakması gerekiyor.

Kafkas halkları her şartta adaletle ve kendi menfaatlerini esas alarak hareket etmelidir. Doğru tutum budur çünkü.

Karşılıklı suçlayıcı yaklaşımlar yanlıştır.

Öncelikle Abazalar'ın Rusya'nın bıçağının keskin sırtında durduğunu unutmamak lazım. Abhazya yönetimi -Gürcistan'la arası iyi olsa dahi- Rusya'ya rağmen Gürcistan'ın Parlamento kararlarına sevinemez. Nitekim Abhazya Devlet Başkanı Aleksandr Ankvab'ın geçtiğimiz hafta sonunda Abhaz-Fed Kongresi'ne gönderdiği mesajın4 satır aralarını okuyabilenler, durumun Abhazya açısından ne kadar nazik olduğunu kolayca anlayabilirler.

Ayrıca Abazaların yakın geçmişte Gürcistan tarafından açılan yaraları hala kanamaktadır. Dolayısıyla Gürcü yönetimine güvenmemelerini ve ilişkiye girmemelerini anlayışla karşılamak gerekir.

Evindeki cenazeyi kaldıramamış Abazalar'ın, herhangi bir doğum haberine sevinmesi beklenemez.

Bunu böyle anlamak lazım.

***

BAKIŞ AÇISI

Ancak, Abazalar'ın da bazı Adige gruplarının geliştirdiği tavrı anlaması ve anlayışla karşılaması gerekir. Bir kısım Adige dostlarımızın Gürcistan'ın “içerik bakımından pozitif görünen” hamlelerine meyletmesi yadırganmamalıdır.

Bu meyle karşı tavır geliştirmek ipi gerer ve Gürcistan yönetiminin istediği “çatlağı” oluşturur ve derinleştirir.

Onlar da elbet işin sadece zahirine değil, batınına da bakıyor, hem ABD'nin, hem Gürcüler'in ne hesaplar içinde olduğunu görüyor ve iyi biliyorlardır.

Zahiren, “BM üyesi bir ülkenin parlamentosunda Çerkes Soykırı'mının tanınması” fırsatını değerlendirmeye çalışmaları gayet normal, anlaşılır bir tavırdır.

Başka zaman “kötü şeyler” yapan Gürcistan Parlamentosu, bu sefer “iyi bir şey” yaptıysa pek ala bunu da tebrik etmek lazım diye düşünüyorlar. Nasıl kötüye “kötü” diyebiliyorsak, iyiye de “iyi” diyebilmeliyiz diyorlar ki bunda haklılar.

Bunu görmezden gelmek doğru bir davranış olmaz. “Darısı diğer dünya ülke parlamentolarının başına demek” hepimize daha çok yakışır.

Sun Tzu'nun dediği gibi “biliyorsak”, yani “oyunun farkında isek” mesele yok.

Bu aşamada herkesin Gürcistan'la temas halinde olan Adige kardeşlerimizin bu ilişkileri “bilerek” sürdürdüklerine, sapmalara fırsat vermeyeceklerine güvenmesi gerekiyor.

İnşallah sonu da hayrolur.

NOTLAR                              

1http://www.newamericancentury.org/statementofprinciples.htm ,PNAC 2006 yılında fikirlerinin devlet politikası haline geldiğini deklare ederek merkezini kapatmıştır.

2Japon İmparatorluk Deniz Kuvvetleri'nin 7 Aralık 1941 sabahı Hawaii adalarının Oahu adasında bulunan Pasifik Filosu ve Pearl Harbor askerî üslerine karşı düzenlediği sürpriz saldırıdır. Operasyonun amacı, Büyük Okyanus'ta kuvvetle muhtemel olan bir Amerikan askeri müdahalesini önlemektir. Saldırı sonucu 12 Amerikan savaş gemisini ciddi şekilde hasara uğratmış veya batırmış ve 188 savaş uçağını imha etmiş, ve 2.403 Amerikan askeri ile 68 sivilin ölümüne neden olmuştur. Bu savaşın tarihi değiştiren etkileri olmuştur. Japon Deniz Kuvvetleri'nin ABD donanmasındaki uçak gemilerini batırmakta başarısız olması etkinin askeri boyutunu önemsiz kılmıştır. Kaldı ki, uçak gemileri batmış olsaydı dahi bu Japonya'ya uzun dönemde yardımcı olamayacaktı. Saldırı ABD'yi ve onun dev endüstriyel ekonomisini İkinci Dünya Savaşı'na yöneltmiştir ve Birleşik Devletler müttefiklerine Almanya, İtalya ve Japonya'yı yenmeleri için büyük miktarda silah ve cephane yardımı yaparak 1945'deki kesin yenilgiyi etkilemiştir. Ancak saldırı her nekadar geniş ölçülü bir yıkım için kayda değerse de, uzun dönem için kayda değer bir şey ifade etmemektedir. (bkz: wikipedia)

3Gürcü Bakan Temur Yakobaşvili Jerusalem Post'a verdiği bir demeçte, 'İsraillilerin, Gürcü ordusunun bazı birliklerine verdiği askeri eğitimden ötürü 'bir Yahudi olarak gurur duyduğunu (Georgian MP Lauds IDF Military Training, Jerusalem Post, 11 Ağustos 2008) söylemiştir.

4Abhaz Dernekleri Federasyonu Meclisi’nin Değerli Katılımcıları!
Bizler kaderin bir cilvesi olarak ikiye ayrılmış  halk konumuna geldik. Bu korkunç traajediyi  Kafkasya’da öz (kan) kardeşlerimizle birlikte yaşadık – Ubıhlar, Adıgeler, Kabardeyler, hepsi (herkes), kim çerkes olarak adlandırılıyorsa-.
Uzak, yakın ve şimdi var olan yaralarımız deşiliyor. Ancak çağımızda yaşam, daha az karmaşık yeni sorunların çözümünü önümüze getiriyor 
Kader kendi yanlışlarını düzeltebiliyor, bu sayede bizlere zor sorunları çözme şansını verdi. 2008 yılının Ağustos’ayında dünyanın güçlü devleti – Rusya – Abhazya Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını tanıdı ve bizim küçük ülkemizin uluslararası anlamda güvenliğini sağlama garantisini verdi. Ve bizler, yeni nesillere iyi bir gelecek yaratmayı düşünmek için bu tarihi fırsatı kaçırmamak zorundayız 
Ben önemli bir gerçeğe sizlerin dikkatinize çekmek istiyorum. Bizlerin bütün uğraşıları, atalarımızdan bizlere kalan mücadeleler, Abhazya’nın bağımsızlığı için Gürcistan'a karşı Abhaz halkının ve devletinin, çocuklarımız ile vermiş olduğumuz özgürlük savaşındaki tüm fedakarlıklar Çerkes halkının geçmiş tarihi ile ilgili sorunlar yüzünden boşa gitmiş olacak.
Ben bir kez daha vurgulamak istiyorum ki, bu provokasyonlar Abhazya Devletine diğer devletlerden gelmiyor, Gürcistan'dan geliyor.
Muhacirlerin topraklarını işgal ederek atalarının evlerine yerleştiler, daha yakın zaman içerisinde bizim çocuklarımızı ve kardeşlerimizi öldürdüler. Düşman senin geçmişini merak etmez ve aynı zamanda seni korumaz. Bunu hiçbir zaman için unutmayalım. (...) (Kaynak: www.abhazyam.com)



4028 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

Yazarın diğer yazıları

VERECEĞİMİZ OYUN HALKIMIZA BİR YARARI OLSUN! - 26/03/2024
Partimiz insanlarımızın mevcut siyaseten parçalanmışlığını dikkate alarak bu bataklığa girmeyecek; dikey değil yatay siyaset yapacaktır.
SEÇİMLER BİZİM İÇİN NE ANLAM İFADE EDİYOR? - 14/02/2024
Sivil toplumumuzun yanında, iyi çalışan bir siyasal toplumumuzun da olması gerektiğini herkesin anlaması ve bu süreçlere samimiyetle destek vermesi gerekir.
ADALET DUYGUSU KÖRELMİŞ BİR UKRAYNALI VEKİL - 02/10/2022
Goncherenko ile iş tutacak dostlara hatırlatmak isterim: Kendi adalet duygunuzdan taviz vermeden, adalet duygusu körelmiş biriyle işbirliği yapamazsınız.
POLİTİK BİLİNÇ - 29/01/2022
Sorunu olan toplum kesimlerinin, örgütlenerek sorunlarını siyasi platforma taşıyıp, devlet yönetimini bu sorunları çözme yönünde etkileyecek güç oluşturmaları demokratik bir haktır. ÇDP işte bu hakkı kullanmak istiyor.
AZINLIK TOPLULUKLAR İÇİN ‘SİYASAL KÜLTÜR’ NİÇİN ÖNEMLİDİR? - 30/08/2021
“Varlık mücadelesini devletin meselesi haline getirecek olan siyasal toplumun embriyosunu içinde barındırıyor olmasından dolayı “siyasal kültür” oluşturmak çok ama çok önemlidir”
PUTİN’İN YENİ ANAYASASI “RUSLAR EFENDİ, DİĞERLERİ KÖLE” DİYOR - 26/04/2020
Putin son derece sinsi bir politika uyguluyor. Gerçek amacını gizliyor ve günü geldiğinde hızla icra ediyor.
ETNİSİTE, SİYASET, ÇDP, V.S. - 19/07/2019
ÇDP’ye “etnik parti olmaz” argümanıyla karşı çıkanların “etnik derneklerde” icra-i faaliyette bulunuyor olması da tam bir kara mizah örneğidir.
KARADAN GEMİ İDARE EDİLMEZ; ÖYLEYSE HAYDİ SİYASETE! - 27/06/2019
Kırmızı kitapta bir rezerv olsun olmasın, taleplerimizin hayata geçmesi için mutlaka Çerkes sorununun çözümünü misyon edinmiş şahısların mecliste ve yürütme kadrolarında bulunması, yani siyasete girmesi gerekiyor.
SİVİL TOPLUMDAN, SİYASAL TOPLUMA... - 13/06/2019
2001 yılında işbaşına gelen AK Parti yönetimi AB kriterlerinin öngördüğü açılım programıyla devletin kimlikler üzerindeki inkar politikalarına son vererek önemli bir adım attı.
 Devamı
adigebze I-II
Nükte!

KISSADAN HİSSE

-Moğollar Buhara’yı kuşattıklarında, uzun süre şehri teslim alamadılar. Cengiz Han Buhara halkına bir haber gönderdi: Silahlarını bırakıp bize teslim olanlar güven içinde olacaklar, ama bize direnenlere asla eman vermeyeceğiz.

-Müslümanlar İki gurup oldu: Bir gurup; asla teslim olmayalım, ölürsek şehit, kalırsak Gazi olur, Şeref’imizle yaşarız dediler. Öbür gurup ise; kan dökülmesine sebep olmayalım, sulh iyidir, hem silah, hem de sayı olarak onlardan azız, gücümüz onlara yetmez, dediler ve teslim oldular.

-Cengiz Han, silah bırakanlara; teslim olmayanlara karşı bize yardımcı olun, galib geldiğimizde şehrin yönetimini size bırakalım dedi. Böylece İki müslüman gurup savaşmaya başladılar. Moğollar’ın da yardımı ile, teslim olanlar galib geldi. Savaştan sonra Cengiz Han teslim olanların silahlarının alınmasını ve kafalarının kesilmesini emretti. Sonra meşhur sözünü söyledi: “Eğer güvenilir olsalardı, bizim için kardeşleri ile savaşmazlardı. Kardeşlerine bunu yapanlar, yarın da bize yapar.”

 

Site İçi Arama

 

Google Site

 

Üyelik Girişi