• https://www.facebook.com/%C3%87erkes-Haklari-Inisiyatifi-1720870914808523/
  • https://twitter.com/CerkesHaklari
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi1
Bugün Toplam138
Toplam Ziyaret977209
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar32.222232.3513
Euro35.110935.2516
Semerkew
Balkar Selçuk
selcuk@ozgurcerkes.com
Eski Devletin Korktuğu Bir Şey, Yeni Devletin de Başına Geldi
02/01/2012

Çünkü Oğuz Berk 10 Bin Çerkes tarafından imzalanan Çerkes Ethem’e iade-i itibar amaçlı dilekçeyi Başbakana verilmesi amacıyla Aile ve Sosyal Politikalardan Sorumlu Bakan Fatma Şahin’e teslim etti.

Oğuz Berk açılış konuşmasında benim ve muhtemelen salonda bulunan birçok kişinin daha önce hiç bilmediği bir Çerkes Ethem anekdotu aktardı:

-Tarih 29 Aralık 1920. Milli Mücadele tüm hızıyla devam ediyor. TBMM’nin gündemi milletvekilleri maaşlarına zam. Üstelikte tam kırk kat zam. Ethem Bey bu tartışmayı duyunca meclise ağır bir eleştiri telgrafı çekiyor. Telgrafın içeriği ağırlıklı olarak henüz vatan kurtarılmamışken, halk perişan bir şekilde milli mücadeleye varını yoğunu seferber etmişken, Meclis’in, mebusların maaşlarına ve bütçesine yaptığı zammı eleştiren ifadelerden oluşuyordu. Mebuslar maaşlarının 40 kart artmasını talep etmişlerdi... Şimdi size soruyorum. Şu anda 8500 lira olan milletvekili maaşlarını 340 bin yapmak üzere yarın meclis toplansa 75 milyon insanın tepkisi ne olur? Üstelik ortada bir kurtuluş savaşı da yok. Çerkes Ethem’in milletvekillerini sert bir dille eleştirdiği bu telgraf üzerine Meclis’te ateşli tartışmalar yaşanıyor, 2 gün süren tartışmalardan sonra 2 oy farkla Çerkes Ethem hain ilan ediliyor. (Kafkas Diaporası 5. Ödül Töreni Konuşması.)

Demek ki milletvekillerinin şu maaş sıkıntısı Cumhuriyetin ilk yıllarından kalma kronik bir sorun.

Eski devlet, bir çeşit sorun üretme makinesi gibi çalışmış ya da genel işleyişi öyle bir şekilde kurulmuş ki, toplumun belli kesimlerini hep mağdur etmiş. Yine belli mağdurlar sembolik anlamlara da bürünmüşlerdir.

Mesela Nazım Hikmet bunlardan ilk akla gelenidir.

Sonra Said Nursi; yaşadıklarıyla sistemin gadrine uğramış ve hatta öldükten sonra bile sistem onu rahat bırakmamıştır. Urfa’daki mezarı açılmış naaşı bilinmeyen bir yere götürülmüştür. Bazıları naaşının Kıbrıs yakınlarında Akdeniz’e atıldığını iddia etmektedir.

Yazar Sabahattin Ali sistemin hışmından kaçıp hayatını kurtarmaya çalışmış ancak sınırdan kaçmaya çalışırken yanındaki kişi tarafından öldürülmüştür. Sonra yakalanan bu şahıs cinayeti “Vatansever duyguları” nedeniyle işlediğini ifade etmiştir.

Bu işleyişin Çerkes paydasına düşeni ise Çerkes Ethem’in “hain” ilan edilmesi ve sonrasında bunun üzerinden Türkiye Çerkeslerinin sindirilmesiyle olmuştur. Aslında yeni kurulan “Genç Cumhuriyet” için Çerkeslerin sindirilmesi elzem görünmektedir. Bunun birden çok nedeni vardır; İlkin Türkiye Çerkesleri aynı zamanda Osmanlı Çerkesleridir ve onların en güçlü aidiyeti Padişaha ve Padişahlık makamınadır. Nitekim Aznavur Ahmet bu aidiyetin temsilcisidir. Ancak Osmanlı Çerkeslerinin Padişahlık makamıyla olan bağları güçlü olduğu gibi bu bağlar sayesinde de orduda ve bürokraside bir güç merkezi olmuşlardır. Bu nedenle de Osmanlının son döneminde hemen tüm savaşların komuta kademelerinde çok fazla Çerkes komutana rastlanır ve bir çoğu verdikleri mücadelelerle bir “fenomen” haline gelmiştir.

Milli Müdafa’nın sembolü olan “Kalpak” Çerkes kalpağıdır…

Genç Cumhuriyet bir reddi miras üzerine kurulduğundan, ilk önce İstanbul merkezli Çerkesler sindirilmiştir. Çerkes Teavün Cemiyeti’nin kapatılması ve mal varlıklarına el konulması bu operasyonun bir parçasıdır.

Sonra, Çerkesler kapitalizm dışı feodal bir toplumdur ve genetik olarak tüccardan ve ticaretten hazzetmezler. Zaten ticaret de yapamazlar. Türkiye’nin en güzel iflas eden müteşebbisleri hep Çerkeslerden çıkar mesela.

Ayrıca Genç Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran iki ana ekol Balkan ve Kafkas ekolüdür. Balkan ekolü Milli Müdafa esnasında ve sonrasında Kafkas ekolünü bitirmiştir. Yeni dönemde Çerkesler orduda ve bürokraside tırpanlanmıştır. Oluşturulması gereken kapitalist yapı ise Balkan ekolünün içindeki Sabatayist grup üzerinden örgütlenmiştir.

Bunun sosyolojik bir temeli vardır. Balkan ekolü kapitalizme angajedir. Örneğin Selanik, Osmanlının en sanayileşmiş kentlerinden birisidir ve Sabatayist ve Yahudi burjuvazinin en güçlü olduğu kentlerdendir. Yine bu ekolün, yani Sabatayist ekolün Çerkes Teavün Cemiyeti ile aynı yaşta olan ve Sabataycılarca, Çerkes Teavün Cemiyeti’nin Beşiktaş’ta açtığı Çerkes İlkokul ve Orta Okulları ile aynı zamanlarda açılan Işık Kolejleri ve Okulları kapatılmamıştır. Bu gün Işık Kolejleri'nin İstanbul’da bir üniversitesi bile varken Çerkes Teavün Cemiyeti ve açtığı Çerkes okullarının (Tüm Osmanlı ve Çerkesya’da 40’tan fazla) varlığını çoğu Çerkes bile bilmez.

Osmanlı Çerkes yapılanmalarının lağvedilmesinde ve oldukça olumlu bir imajı olan ve İstanbul merkezli teşkilatlanmalar içerisinde aslında en güçlü Müslüman guruplarından birisi olan Çerkeslerin sindirilmesi ve Genç Cumhuriyetin tamamen “Tek Adam Kültü” etrafında kurulmasında en önemli adımlardan birisi Çerkes Ethem’in “Hain” ilan edilmesi ve bu hakaretin milli eğitimin ve askeri eğitimin bir parçası olarak işletilmesi olmuştur.

Uzunyayla Çerkesleri üzerine alan araştırması yaparken Uzunpınar (Çerkesçe adı Yineregoy, Ermenice adı Horozcuyan!) köyünde bir anekdot derlemiştim. Bu köyde yaşayan ve derlemeyi yaptığımızda 75 yaşlarında olan Şegem Şahin Aksoy, kendi askerliğinde yemin töreninde bir tirad olan yemin andında “Vatanımı milletimi çok seveceğime ve Çerkes Ethem Gibi Hain Olmayacağıma And İçerim!” diye kendilerine and içirildiğini, kendisinin ve o anda yemin törenine katılan Çerkes gençlerinin bu andı okumadıklarını ve okumayı red ettiklerini, sonrasında ise yemin töreninde kargaşa çıktığını aktarmıştı. Anlatıcı bunun o dönem askere giden her gence yemin töreninde okutulduğunu da aktarmıştı.

Bunlar Genç Cumhuriyetin kuruluşunda Türkiye Çerkeslerine uygulanan sindirme ve asimile etme politikalarından bazılarıydı. Bu asimilasyon ve sindirme politikası tutmuş olmalı ki, Samsun Çerkeslerinden Berzeg ailesinden aldığımız bir anekdot 60’lı yıllar Türkiyesi’ne dair fikir vermektedir.

Berzegler Çerkesya’nın Rus İşgaline karşı savunulmasında uzun süre yer almış köklü bir Ubıh ailesidir. Bu ailenin Çarlık Rusyası’na karşı verdiği mücadele Rus Devlet geleneğinde köklü izler bırakmış olacak ki, Sovyet döneminde yazdırılan “Son Ubıh” adlı ısmarlama romanda Berzeg ailesi, Çerkesleri Osmanlıya peşkeş çeken, Çerkes halkının yok olmasına neden olan ama kendileri Osmanlı Ordusunda Paşalık yapan, halk düşmanı işbirlikçiler olarak aşağılanmıştır.

Sovyet Dönemi Çerkes romancılığı, Çerkesya’nın Rus işgaline karşı savaşan ve vatanlarını savunan savaşkan unsurları mesela Kahbardey’lerin Werk (Sipahi-Atlı) Ordusunu, Dağıstan ve Çeçenistan’da Şeyh Şamil'i, Ubıh ve Abhaz savunmasında ise Berzeg ailesini özellikle karalamış, aşağılamış ve halkın gözünden düşürmeye çalışmıştır.

Oysa bu romanlar yazıldığında mesela Khabardey Werkleri'nin büyük bir kısmı Sibirya’daki kamplara sürülmüş ya da çoktan öldürülmüşlerdi. Bir kısmı ise Çeçenistan’daki dağlık bölgelere sığınmışlardı…..

İşte bu Berzeg ailesinde yaşanan bir anekdotu yazar Sefer Berzeg’den dinlemiştim;

Gençlik çağlarında babasının eve bir gün bir Atatürk portresi getirdiğini ve astığını, neden bu resmin eve asıldığını babalarına sorduklarında ise;

- “Siz anlamazsınız, bu resim birçok belayı def eder!” diye kendilerine cevap verildiğini aktarmıştı.

Bu anekdot aslında sıradan bir köylü Çerkes’in devletin şerrinden Atatürk’ün posterini evine asarak kurtulmayı ummasını anlatan ilginç bir anekdottur. Ve dönemin haleti ruhiyesini aktarmaktadır…..

Oğuz Berk’in ödül töreninde yaptığı konuşmayı Başbakan Recep Tayip Erdoğan’ın “Asimilasyon Bir İnsanlık Suçudur” diye bitirmesi salonda parça tesirli bomba etkisi yaptı diyebilirim. Tabiî bu söze ilk cevap AK Parti’li bakan ve milletvekillerinden gelmiştir; Fatma Şahin kendi konuşmasında, Türk Devleti’nin hiçbir dönemde asimilasyon politikası gütmediğini belirtmiştir!


Bana Göre Gecenin Enleri:

Gece’nin En Esprili Kişisi: “-Bir hafta daha Gazi Antepte kalırsam obez olma tehlikesi var” diye tüm salonu güldüren sunucumuz İshak Abay.


Gecenin En Güzel Kızı: Galiba İstanbul’dan gelen dans ekibindeydi. Evet, o Kırmızılı kız!


Gece’nin En Güzel Dans Eden Delikanlısı: Reyhanlı grubuyla gelmişti. Yaşlı sakallı bir amca vardı. Başında siyah bir kalpak vardı. Gazi Antep derneğinde açılışta aklımızı başından aldı bu amca… Çerkes Hakları İsniyatifi’nin 12 Mart Ankara mitinginde de vardı bu bey amca. Bu Reyhanlı Çerkeslerinde bir “şey” var, farklılar yani. 12 Mart Mitinginde aldıkları tavırdan her halde, o zamandan buyana gizliden bir sempatim var onlara. Fahri Abzehlik diye bir şey varsa ben üzerime alıyorum, ama peşinen söyleyeyim Khabardeyce’den vazgeçmem.


Gece’nin En Sakini: Gecenin en sakini Karaçay Argun’du. Otel’in mutfağı masalara aralıksız servis çıkardığından galiba, Argun tüm salona tek başına tavır aldı diyebilirim. Aslında Argun psikoloji derslerine konu olabilecek kadar doğal bir yaşayışa sahip. Pisikolojideki şu meşhur “İhtiyaçlar Hiyerarşisi”ne göre yaşıyor çünkü. Argun’a bir teklif getirdiğinizde hiç reddetmez mesela. “Üstad bu fikir çok güzel! Önce bir şeyler yiyelim, sonra bu yeni projeyi tartışalım!” tavrını hep koruyor.

Bir ara masamıza Gazi Antep Umum Elektirik Dağıtımından sorumlu bir yetkili oturdu. Argun bu beyefendi ile hemen tanıştı. Bir ara kulak kabarttım Gazi Antep’in en güzel Kahvaltı salonları konulu bir birifing alıyordu bu beyefendiden!

 

Gecenin En Özlü Sözü: Bu sözde Karaçay Argun’a ait: “Yiyen dikilir, yemeyen yıkılır aga!”

 

Gecenin En Rind Adamı: Nart Ajans’tan Nehuşe Bahtiyar isimli arkadaştı bence. Eskişehir’den geceye katılmışlar. Bu Marmara insanında ve bölge Çerkeslerinde değişik bir hava var. Kalem efendisi gibi böyle çelebi, kentli, sanki hiç takım elbisesiz gezmiyorlarmış gibiler. Kravat takmak, traşlı gezmek işte ne bileyim böyle kentsoylu bir duruş.

 

Gecenin Hayal Kırıklığı: Bana ait. Yemek servisinde kulağıma eğilip “-Ne içersiniz beyefendi” diye soran garsona havaya girip: “-Ee! Ben bir votka-limon alim bari” dememe karşılık, yüksek sesle ve tüm masaya duyurarak “İçki servisimiz yok beyefendi” demesiydi… Böylece Gazi Antep Büyükşehir Belediyesi bütçesinden sınırlı yerli içki tüketme teşebbüsüm boşa gitti.…

İnsanın böylesi zor anlarında Karaçay Adnan gibi bir büyüğünün yanında olması çok iyi oluyor. “Selçukcum sen istersen çay söyle!” diyerek beni yaşadığım dumurdan kurtardığı için müteşekkirim.

 

Gecenin En Şık Adamı: Gazi Antep Büyükşehir Belediye Başkanı Asım Güzelbey’di. Aslında o da bizim gibi takım elbise kravat giymişti ama ödül töreninde ona hediye edilen Kalpak ve Çerkeska ile hepimize fark attı.

 

    Gecenin En Örgütlü Yapısı: Kaffed’di. Doğu Akdeniz Bölgesi Çerkes Dernekleri’nin tüm başkanları oradaydı.

 

Gecenin Komplosu: Bu da Kaffed’e ait. Kaffed bildiğiniz gibi. Kişileri tek yakalayıp tongaya düşürme, ketenpereye alma ve insan emeğini yok sayma alanında kendisiyle yarışıyor. Bunları açıklamak Oğuz Berk’e düşer, kendisi uygun görürse açıklayacaktır !

 

Gecenin En İrite Sözü: Kahramanmaraş Çerkes Derneği Başkanına ait, bu iriteyi en iyi Maraş Derneği yönetimindekiler biliyor zaten. Bu Maraş derneğinde bir gariplikler var. Bir ön alma gayreti, bir birinci lige çıkmış havaları... Kaffed’i en yakından marke etme tripleri…

 

Gecenin En Çok Dans Edenleri: Mamreşler ve Jılahsteney Çerkeslerinin hepsi.

Gecenin En Asabisi: Gülcan Altan

 

Gecenin En Güzel Şarkısı: Gülcan Altan’ın tüm şarkıları.

 

Dönüş Yolu

Geceden sonra otelde kalanlar odalarına çekildi. Herkes dağılırken Argun,

- “Üstad yarın sabah dokuzda Çetinkaya alışveriş merkezinin az ilerideki “Sultan” pastanesinde buluşalım” dedi ve ayrıldı.

Sabah buluştuğumuzda Argun, bir yarım sini dolusu Katmer’i önüne çekmiş duble bardak çayla sabah yogasını yapıyordu. Beni görünce, sadece kendisinde olan ve başka kimsede şimdiye kadar görmediğim mistik bir erginlik havasıyla

- Hoş geldin Üstad, gel otur” dedi. Şöyle bir yüzüne baktım,

- Sabah Yogası” yaramış

Argun yemek yiyerek yoga yapabilen ender kişilerden birisidir diyebilirim. Masadaki havayı bozmamak için usulca bir çatal aldım ve Katmer’in önüme düşen kısmından bende sabah seansına katıldım. Sinideki son dilim katmeri Argun bıçakla ikiye kesip bir yarısını önüme sürdü. Anlaşılan Argun düzenli yogayla kendi nefsini bayağı terbiye etmiş, böyle fedakarca bir davranışı başka türlü açıklamam mümkün değil çünkü!

Hava yağmurluydu. Yola çıkmadan önce Kahramanmaraş üzerinden Kayseri’ye gidemeyeceğimizi, kar ve tipi olduğu bilgisini aldık. Adana-Niğde yolu üzerinden Kayseri’ye gitmeye karar verdik. Argun direksiyona geçti. Ancak iki yüz metre bile gitmeden fren yaptı ve bir şeyler söyleyerek arabadan indi. Adnan Karaçay ve ben de arabadan indik tabi. Argun önümüzde biz arkasından karşıya geçtik. Argun hızla bir dükkana girdi, dükkanın adı; “Koçak Baklava”ydı. Pek şaşırmadım. Argun, önde biz arkada baklavacıya girdik.

Sonra tekrar yola revan olduk.

Adana üzerinden Kayseri’ye geçmek benim için ilginç bir deneyim oldu. Yol boyunca Uzunyayla’da olmayan birçok şeyi gördüm. Galiba düşüncelerimi Argun’la da paylaştım,

-Hajım! Orman dedikleri şey bunlar oluyor galiba dedim!”

Gazi Antep çıkışından sonra otobana girdik ve yol boyunca tünellerden geçerek ilerledik. Bir ara ben yüksek sesle ve Uzunyayla Türkçesiyle “Devletınen oyun mu oynuyon bak yapmış adamlar!” dedim.

Arabadaki iki Karaçay’da beni onayladılar. Devlete ve onun gücüne olan inancımızı bir kez daha tazeledik. Bu arada bol bol OGS ve KGS yazılı tabelaların altından geçtik.

Adana’ya yüz kilometre kala Argun hareketlenmeye başladı. Bir süre bir arkadaşını aradı ancak ulaşamadı. Sonra biz Adana’ya girince Argun’un neden telaşlandığını anladık. Adana Çukurova Üniversitesi'ndeki lokantanın açık olup olmadığını öğrenmek için aramış Argun arkadaşını. Ben o anda Kahramanmaraş yolunun kar ve tipi nedeniyle kapalı olmadığını, bilakis Argun’un Adana üzerinden bizi gezdirip Adana Kebap yemek için bize bir tezgah kurduğunu anladım. Ama çok geç kalmıştım. Üniversiteye girmiştik bile. Bu defaki lokantanın adı Gönül’dü galiba. Yine en önde Argun ve arkasında biz lokantaya girdik.

Argun ne sipariş verdiyse bizde aynısından verdik. Masaya soğuk mezeler konulduğu esnada birer şişe de şalgam getirdiler. Ancak Argun şalgamın hem markasını, hem kalitesini beğenmedi. O anda Argun’un gözlerini kısarak garson delikanlıya :

-Bunun şundanından yok muydu?” diye fısıldayarak seslendiğini gördüm. Adnan Abi ve ben heyecanlandık. Çünkü Argun’dan sadece kalitesiz yiyecek maddeleriyle karşılaştığında beliren histerik bir elektirik almıştık. Adnan Abi gecede beni kurtardığı gibi bu kez garson delikanlıyı kurtardı:

-Delikanlı şuraya bırak sen şalgamları, ben daha önce içtim, bu da güzel marka” dedi. Ben garson delikanlı adına sevindim doğrusu… Çünkü otobanda ilk KGS’ yazılı tabelanın altında Antep fıstığı satan çocuk “Bozuk para yok abey!” diye Argun’dan aldığı parayı hacılayıp az biraz Antep fıstığı uzattığında, Argun “ -Ver lan parayı!” diye parayı almış, hem Antep fıstığını geri vermiş, hem de KGS kartını okutmuştu bile…

Burada sadece içtiğimiz içeceklerin bazılarını sayarsam Argun’un öğlen yogasında ne kadar zaman ve enerji harcadığını anlatabilirim sanırım: Çay (birçok bardak), soda, ayran, kahve, bolca su vb. Çıkarken yanımıza birer ufak pet şişe su aldığımız gibi Argun için litrelik su almak zorunda kaldık. Bu arada tarihte ilk defa bir Karçay-Balkar rekabeti ve mücadelesi yaşandı, hesap ödenirken tabi. Ben ve Argun elimizi cüzdanlarımıza attık, Adnan Abi elini beline attı. İki gündür yanında gezdirdiği Lagant’ı fark ettirdi ve “-Hesabı ödemeye kalkma” dedi. Doğal olarak hesabı Argun ödedi. Orada fark ettim Argun’da “Platin Card” varmış. Galiba Argun’un çalıştığı firma tuzlu gelen yemek faturalarıyla baş edebilmek için iş yerinde Argun’a Özel bir “Platin Card” çıkarttırmış.

Yolda Adnan abiye bu Lagant’ı nasıl 12 Eylülcülerden kurtardığını sordum. Benim Uzunyayla’daki Lagant dabancalara bir ilgim var. Mesleki aslında bu ilgi, elime alıp sıkmış değilim. Uzunyayla'da alan araştırması yaparken fark ettim, uzunyaylada çok fazla Lagant dabanca var. Hemen hepsi Çerkes-Rus Savaşlarından kalma. Ama 12 Eylül darbecileri silahları toplarken Uzunyala’dan çok fazla Lagant toplamışlar bir de bizim atadan-dededen kalma Çerkes kama ve kılıçlarını da toplamışlar. Şimdi bir dernek ya da federasyon yok mu acaba 12 Eylülde toplanan Çerkes kama ve kılıçlarını dava edip peşine düşecek?...

***

Yine yola düştük OGS ve KGS tünellerinden geçerek Kayseri’ye kadar yol sürdük. Bizde Kayserili refleksleri bayağı oluşmuş olacak ki, bu kadar OGS ve KGS biraz canımızı sıktı. Kayseri’de yok böyle şeyler. Bir de İstanbul’da var bu kadar çok OGS ve KGS. Zaten İstanbul’dan Kayseri’ye dönen Kayserililer terminalde eve giden servise bindiklerinde hep aynı üç cümleyi kuruyorlar:

- Git Garadaşım yaşanmaz bu İstanbul’da, suyu paralı, tuvaleti paralı, birde otobüs servisleri adamı eve kadar götürmüyor!” derler. Sonra servisteki tüm Kayserililer bir birlerine bakarak “Lee!” diye ünlerler. Bu “Lee!” ünlemesi sadece Kayserililere has bir ünlemedir ve “Evet, öyle” anlamına gelmektedir.


Gazi Antep Şehrine Dair Bir İki Sosyolojik Analizimi İçerir

Gazi Antep şehrinden çıkarken özellikle otobanda uzun süre Adana’yı gösteren işaret levhası bulamıyorsunuz. Biz bunu Gazi Antep’in Adana’yı iplememesine yorduk. Ya iki şehir arasında ekonomik bir rekabet var ve bu işaret levhalarına yansımış, ya da işte başka bir şey söz konusu.

Sonra Gazi Antep’te sonu “–oğlu” ya da “oğulları” ile biten çok fazla iş yeri tabelası var. Ben bunu şehirde çok fazla eski aile olduğuna yordum. Galiba hepside babadan kalma mesleklerini yapıyorlarmış. Bu kuşaklarca sürermiş. Bu Kayseri’de fazla görülmeyen bir işleyiş. Kayseri’de parası olan her müteşebbis her an her mesleğe atılabilir.

Antep’te Herkes Bildiği İşi Yapar” derlermiş.

 

Gazi Antep yerel Aksanı: Taklit edemeyeceğim ama ilginç bir yerel aksanları var. Kayseri’de de bir yerel aksan var ama Antep’inki çok farklı.

 

Yerel Sözlük: Mesela yerel ağızda “Nişliyon rafım” diye bir cümle duydum Galiba bunun Uzunyayla Türkçesindeki karşılığı “Hajım nasılsın, ne var ne yok!” gibi bir şey..

 

Gazi Antep ve Edebiyat: Gazi Antep ve Edebiyat deyince aklıma sadece Mithat Enç geliyor. Onun Gazi Antep çarşı kültürünü ve yerel hayatını anlatan “Uzun Çarşının Uluları” adlı bir kitabını üniversite yıllarımda okumuştum. Çok güzel bir şehir kitabıydı. Oteldeki Gece’den kaldığım eve dönerken galiba bir anıt gibi bir şeye rastladım. Mithat Enç adına dikilmiş. Aklıma kitabında anlattığı enstanteneler geldi.

Şehir kitabı deyince bir de Ahmet Turan Alkan’ın “Altıncı Şehir” adlı kitabını anayım. Bu kitapta Sivas’ı anlatıyor. Kitapta “Çerkes’in Yerinde” diye de bir bölüm vardı. Uzunyayla Mudarey köyünden Sivas’a yerleşmiş bir amcanın kurduğu bir kahvehaneyi anlatıyor. Askerliğimi Sivas’ta yaptığımdan sırf merak ettiğim için gidip buldum bu kahvehaneyi. Şu kadarını söyleyeyim tam da Ahmet Turan Alkan’ın kitabında anlattığı gibiydi. Adı da Çerkes’in Yeri’ ydi.

 Gazi Antep’te Kimi Hatırladık?: Eski dönemde Uzunyaylalı besiciler Gazi Antep’e çok sık iner ve hayvan satar ya da alırlar, sonra da parayı Gazi Antep gecelerinde ezerlermiş. Karaçay Adnan ortalama iki dakikada bir Uzunyayla'ya ait anekdot anlattığında Gazi Antep’e indiğimiz andan itibaren Uzunyaylalılar'ın Gazi Antep’de yaşadığı anekdotları aktardı hep. Ben en çok Kalmuk Hajı ile ilgili olanlarına güldüm.

Bir ara Adnan Abiye rastlarsanız sorun size de anlatsın. Ben anekdotları anlatmaya selahiyetli olmadığımdan konuya girmiyorum.

Ya da 40 yaşının üstünde bir Uzunyaylalıya sorun, size anlatır artık.



4292 kez okundu. Yazarlar

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın

Yazarın diğer yazıları

Нарт Лъэпщ и Нэгъуджэр Лъэпщ и Тепщэгъуэмрэ и Гъуэгуанэмрэ - II - 17/12/2016
уэ 1уэхур нахри гъэщ1эгъуэн зыщ1ыр Азтэкхэми Маяхэми ямейуэ, гъэ мин аджэ ипэ ящ1ауэ, ауэ зыщ1ари дымыщ1э мывэ гуэрхэм ящ1ы1уми Кецалкоатл и сурэтыр къагъуэтахэщ, ахэми нэгъуджэ 1улъу ик1ий жьак1э тету. Нэгъуджэр уеблэмэ оптикым и щ1эныгъэр пасэ лъэх
Нарт Лъэпщ и Тепщэгъуэмрэ и Гъуэгуанэмрэ - I - 01/12/2016
Гъэщ1эгъуэнращи нобэ къасыху Кассит-Урарту-Хьаттихэм я Тещупк1э зэджэ тхьэпэлъытэр ди Нарт Сосрыкъуэу щытам зыми гу лъитакъым. Касситхэм Тещуп псалъэм крагъэк1ир Жьыбгъэ Кьезгъэпщэ жи1у аращ.
УСЭНШЭУ ДЫКЪАНЭМЭ! - 09/10/2016
Ди хэку дахэр, си уорейда ПщIэ имыIэу дгъэкIуэдай, ДызгъэкIуэдам, си уорейда КIуэдыкIейри къыхукIуэ.
Bugün Ben Mutlu Bir İnsanım! - 02/06/2015
Keşke Çerkes halkının yoğun olarak yaşadığı diğer illerden de adaylarımız olabilseydi. Ama o da olacak yakında. Buna eminim. Bu adı geçen illerde adaylarımızın Çerkes halkı tarafından benimsendiğini görmek beni herşeyden çok mutlu ediyor.
Heredot Cevdet, Recep Tayip Erdoğan ve Ahmet Duvutoğlu! - 22/05/2015
Cumhurbaşkanımız Putin'in Ermeni Soykırımını resmen tanıyor olmasına, “Putin'e darıldım!” diyerek karşılık vermişti. Demek ki cidden çok darılmış olacak ki daha kendisine gelememiş.
Gerekeni Gerektiği Zaman Yapmak; Ya da Labedeslerin Kaderi! - 12/05/2015
2015 Genel seçimlerine 25 gün falan kaldı. Bahaneler ve gerçekler arasındaki birçok Çerkes bu seçimde ÇDP’nin bağımsız Çerkes adaylarını mı destekleyecek; yoksa en rasyonal bahanenin arkasına mı saklanacak.
Uzunyayla'nın Son Klasik Kuşağı Hareketleniyor - 01/05/2015
Kendi kişisel kurtuluşunu elde etmekle yetinmeyen, halkına geri dönen bir kuşak bu kuşak. Köy köy gezen, kendi insanına şehirlerde kasabalarda ve ilçelerde ulaşmaya çalışan bu insanlar birlikte başarabilmenin imkanlarını arıyorlar.
Kronik bir Aydın Hastalığı Olarak : Sözlük ve Alfabe -I- - 26/04/2015
Sözlük ve alfabe hazırlamak ve bunun üzerinden kendini gerçekleştirmek Tanzimat döneminden kalma bir aydın saplantısıdır
Boyunun Ölçüsünü Vermekten Korkmak! - 20/04/2015
Orta yere çıkmak, boyunun ölçüsünü vermek ve alınan ölçüyü de bilmek zorunda olduğumuz bir yerdeyiz artık. Yani artık eskisi gibi iktidar ya da muhalefet partisinde es kazara bir iki Çerkes milletvekili var diye bu işten sıyrılmak mümkün değil.
 Devamı
adigebze I-II
Nükte!

KISSADAN HİSSE

-Moğollar Buhara’yı kuşattıklarında, uzun süre şehri teslim alamadılar. Cengiz Han Buhara halkına bir haber gönderdi: Silahlarını bırakıp bize teslim olanlar güven içinde olacaklar, ama bize direnenlere asla eman vermeyeceğiz.

-Müslümanlar İki gurup oldu: Bir gurup; asla teslim olmayalım, ölürsek şehit, kalırsak Gazi olur, Şeref’imizle yaşarız dediler. Öbür gurup ise; kan dökülmesine sebep olmayalım, sulh iyidir, hem silah, hem de sayı olarak onlardan azız, gücümüz onlara yetmez, dediler ve teslim oldular.

-Cengiz Han, silah bırakanlara; teslim olmayanlara karşı bize yardımcı olun, galib geldiğimizde şehrin yönetimini size bırakalım dedi. Böylece İki müslüman gurup savaşmaya başladılar. Moğollar’ın da yardımı ile, teslim olanlar galib geldi. Savaştan sonra Cengiz Han teslim olanların silahlarının alınmasını ve kafalarının kesilmesini emretti. Sonra meşhur sözünü söyledi: “Eğer güvenilir olsalardı, bizim için kardeşleri ile savaşmazlardı. Kardeşlerine bunu yapanlar, yarın da bize yapar.”

 

Site İçi Arama

 

Google Site

 

Üyelik Girişi